Eşit yurttaşlık!

Ali Bulaç

Modernlik, insana "özgürlük, refah ve güvenlik" vaat etmişti. Verili dünyada her üç vaadin de yerine getirilmediğini müşahede ediyoruz.

Her üçü görece sadece dünya nüfusunun ancak yüzde 20'sine nasip oldu. Fransız ihtilali de "özgürlük, eşitlik ve kardeşlik" vaat etmişti. Bunlar politik yönelim ve içeriklere sahip olsalar bile, bir yerde 'ahlaki idealler'dir. Her üç ahlaki idealden de çok gerilerdeyiz. Dünya zenginlerinin ne kadar özgür oldukları, yoksul ve acılı yığınları ne kadar 'kardeş' gördükleri tartışmalıdır.

Geriye kalıyor "eşitlik." Batılı insan kendi tarihinde yaşadıklarının ve onu geriden besleyen Grek felsefesi ve Hıristiyan inancı dolayısıyla eşitliği sabit fikir haline getirmiş bulunmaktadır. Her şeyi, varlığı, beşeri farklılıkları, ahlaki hiyerarşiyi eşitlemek ister. Modern ulus devletin iddiası, insan teki varlığı "eşit ve özgür yurttaş" yapmaktır.

"Eşitlik" tabii ki hepimizin kulağına hoş gelir. Hz. Peygamber Efendimiz (sas) "İnsanlar tarak gibi eşittir" buyurmuştur. Ancak modern devletin "eşit yurttaş projesi" ile Hz. Peygamber'in sözünü ettiği eşit olma hali birbirinden farklıdır. O, hukuk karşısında "herkes eşit muameleye tabi tutulmalıdır" genel ilkesine işaret etmektedir. "Eşit yurttaşlık" ise, yekpare toplum ve homojen ulus inşa etmek amacıyla insanların tektipleştirilmesi, aralarındaki farklılıkların devletin öngörüleriyle sıfırlanması demektir. Şu örnekten hareket edersek, insanların genel olarak boyu 1.55-1.90 m. arasında değişir. Devletin öngördüğü standart yurttaş boyu 1.70 ise, bunun üstünde ve altında olanların boylarını ya uzatır veya kısaltmaya kalkışır.

Bu yüzden yurttaşlar, dini, etnik ve farklı kimliklerini koruyarak, görünür kılarak devletin kamusal hayatında etkin rol alamazlar. "Ben cumhuriyete laf söyletmem, cumhuriyetin yurttaş projesi sayesinde bu makama geldim" diyen bakana, "eşit yurttaşlık fikri olmasaydı, bugün ben Türkiye'nin en itibarlı üniversitesinde doçent olamazdım" diyen akademisyene yakından bakın, bunların kendi dini kimliklerini gizlediklerinden, standart görünürlüğün resmi kriterlerini kabul ettikten sonra "bakan" veya "akademisyen" olduklarını görürsünüz.

Bu durum gayrimüslimler için de geçerlidir. Her cumhuriyetin eşitleyerek tektipleştirmek istediği toplumsal gruplar farklıdır. Türkiye'de tektipleştirilme işlemine tabi tutulanlar dindar Sünniler, Kürtler ve gayrimüslim azınlıklardır. Aslında Aleviler de aynı işlemin nesneleridir, fakat birileri 'ayrıcalıklı' oldukları fikrini telkin edip onları yanıltıyor. Dindarlar, Kürtler ve gayrimüslimler, tektipleşmeyi kabul edinceye kadar "öteki"dirler.

Dindara "inancını vicdanından, dinî vecibelerini özel hayattan dışarı çıkarma", Kürt'e "etnik kimliğini resmi Türk kimliği içinde erit", gayrimüslime de "sen Türk olamazsın, azınlıksın, bu yüzden çok hak talep etmen yekpare ulus projeye aykırı düşer, sesini kes" deniyor. Dindar, Kürt ve azınlık, kendine özgü toplumsal ve kamusal taleplerden vazgeçmeyi kabul ederlerse "eşit yurttaş" olur ve elbette memur, milletvekili, bakan, başbakan, cumhurbaşkanlığına kadar yükselebilirler. Ama kendileri olamazlar.

Geldiğimiz noktada toplum çözülüyor, herkes kendine yakıştırdığı bir kimliğe dönüyor. Sorumuz şu: Bir arada ve barış içinde nasıl yaşayacağız?

Modern dünya bu konuda bize umut vaat etmiyor. Sistem özel ve medeni hukuki düzenlemeleri, eğitimi, kültürü ve ana hatlarıyla ekonomiyi doğrudan veya dolaylı devletin temellüküne geçirmiştir. Bunun sonucunda demokrasisi sadece "siyasi" olarak çoğulcudur, "kültürel ve toplumsal" olarak çoğulcu değildir. Bu haliyle dahi çokkültürlülüğü gündeminden çıkarmış bulunuyor. O zaman hukuku, eğitimi ve ekonomiyi devletin uhdesine veren ve sosyo-kültürel çoğulculuğa geçit vermeyen, üstelik temel hak ve özgürlükleri "bireysel ve kişisel tercihler"e indirgeyen liberal teori nasıl hakiki ve asli farklılıkları birbiriyle çatıştırmadan bir arada yaşatacaktır?

ZAMAN