Esed’le Görüşmek Hitler’le Görüşmekten Farksızdır

​​​​​​​“Esed’la görüşmeli” demenin 1930’larda “Hitler’le görüşmeli” demekten farkı yok.

Kimler görüşmedi ki o dönemde Hitler’le... Buna rağmen Hitler ve Nazi Almanyası nasıl ki ayakta kalamadı, yarın Esed de kalamayacak. Hitler giderken eski dünya düzenini beraberinde götürmüştü, Esed de 2. Dünya Savaşı sonrası kurulan düzeni yanında götürecek.

Merve Şebnem Oruç, Yeni Şafak Gazetesinde “Türkiye ve ABD Tarihi Dönemeçteyken Esed’le Görüşülmeli mi?“ başlığı ile yayınladığı analizde “Esed ile görüşülmeli!” diyen zihniyetin düştüğü yeri ifşa etmiş:

Ankara’nın bu haftaki sert mesajları, özellikle Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’nun “İlişkiler ya düzelecek ya tamamen bitecek” cümlesi Türkiye-ABD ilişkilerinin ne kadar kırılganlaştığını göstermekteydi. Aynı günlerde, CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun, “Türkiye Suriye’de söz sahibi olmak istiyorsa Esad’la temasa geçmeli,” sözlerine Cumhurbaşkanı Erdoğan’dan “1 milyon vatandaşını öldüren bir katille biz neyi konuşacağız?” tepkisi geldi. Yani ABD yönetimiyle gerçekleştirilen üst üste temaslar sürecinde “Esad’la görüşülmeli” tartışmaları da Türkiye’de bir kez daha alevlendi.

Gerek ABD Dışişleri Bakanı Rex Tillerson’ın Ankara’ya gelmeden önceki “YPG’ye ağır silah vermedik,” şeklindeki sözleri, gerek Menbiç konusundaki “Geçmişte Türkiye’ye verdiğimiz taahhütleri tümüyle yerine getirmedik,” açıklamaları, gerek Savunma Bakanı Mattis’in mevkidaşı Nurettin Canikli’ye “YPG’yi PKK’ya karşı savaştıralım,” teklifi ve giderek daha da komikleşen tüm bu çelişkili iş ve ifadeler, ABD’nin dans pistinde oynayacak yerinin iyice daraldığını gösteriyor. DAEŞ’in silinmeye yüz tutmasıyla beraber, Washington’ın tüm ülkelerin Suriye politikasını esir alan “DAEŞ’le mücadeleye odaklanalım,” bahanesinin son kullanma tarihi yaklaştı. Suriye’de bir kaç dar alana sıkıştırılmış ve o şekilde bekletilen DAEŞ’liler bu argümanın ömrünü uzatmak için bir kez daha sahaya sürülür mü? Heyet Tahrir el Şam (eski adıyla Nusra) üzerinden yeni bir kampanyayla propaganda aygıtları bir kez daha çalıştırılır mı? Her şey ihtimal dahilinde... Ama bugün değilse yarın, eninde sonunda kozların hepsi tükenecek, ve taraflar tüm kartlarını açmak zorunda kalacak.

ABD-Türkiye ilişkilerinde artan kırılganlığı tüm dünya izliyor, Avrupa da endişeyle takip ediyor. Ege’de hortlayan Kardak gerilimi gibi meselelerle ABD hala Yunanistan gibi ülkeler üstünden Türkiye’ye “Doğuda bize sorun çıkarırsanız batıda size sıkıntı çıkarırız,” mesajı veriyor olabilir; ancak NATO’dan ve Almanya gibi Transatlantik ittifakının güçlü ülkelerinden gelen tedirgin açıklamalar, olası bir kırılmanın faturasının beraber ödeneceğini herkesin bildiğini gösteriyor. ABD’nin yanlış Suriye politikasının sonucu mülteci krizi ve beraberinde yükselen yabancı düşmanlığı, aşırı sağ-sol tehdidiyle karşı karşıya kalan Avrupa, ABD’nin sadece Türkiye’ye değil NATO’ya verdiği değer konusunda da şüphe içinde. NATO’nun sınırlarını Doğu Avrupa’da Rusya’ya kadar dayandırıp ardından Ukrayna gibi krizlerde yaptırım uygulamaktan başka hiçbir şey yapmayan Obama’yı müteakip “NATO demode oldu, Avrupa’yı korumak için niye bu kadar harcama yapıyoruz,” diyen Trump, Avrupa’da da “Galiba yakında biz de kendi göbeğimizi kendimiz kesmek zorunda kalacağız,” diyenlerin sayısını artırıyor.

Türkiye ise o eşiği geçeli çok oldu. Son beş yıla sığan türlü dost kazığı, tehdit ve saldırının ardından PKK’ya verilen tonlarca silah Ankara’yı ve de Türk insanını, “İnceldiği yerden kopsun,” deme noktasına getirdi. Halihazırda ABD’nin domine ettiği küresel sisteme eleştirilerini “Dünya 5’ten büyüktür,” tarzı çıkışlarla dile getirmiş olan Türkiye’nin Suriye, Irak, Filistin, Libya, Mısır gibi coğrafyalardaki uyarıları haklı çıktı; bugün BM gibi, AB gibi kurumların yaldızları dökülüyor, sistem iflas ediyor, çıkardıkları ateş şimdi dönüp onları da yakmakla tehdit ediyor. Ve Türkiye artık, yıllardır kendisine kapı kulu muamelesi yapan müttefiklerinin geleceğini korumak için kendini feda etmek istemiyor. Dile kolay, sözüm ona ortağınız, düşmanınızı silahlandırıyor; sözüm ona dostunuz varlığınızı tehdit eden bir yapıyı, bir terör örgütünü açıkça destekliyor. İlişkiler zedelenirse bundan Rusya mı karlı çıkarmış, NATO ne yaparmış; Ankara artık bu Soğuk Savaş kalıntısı gelecek okumalarını dinleyerek geri adım atmıyor. Haritalara, “Zaten ayak sesleri duyuluyor, yeni bir dünya düzeni kuruluyor ve Türkiye’nin buradaki yeri ne olacak,” cesaretiyle bakıyor.

Gelgelelim durumu hükümet kadar soğukkanlı ve uzun vadeli okumayanlar da var. Yükselen anti-Amerikancılık CHP, İYİ Parti, Vatan Partisi gibi çevrelerde, “Esad’la görüşülmeli” argümanını daha yüksek sesle seslendirmek için kullanılıyor. Esad rejiminin “ABD ile işbirliği yapan haindir,” ifadelerini “Bakın Şam da PKK’ya karşı,” diyerek topluma yansıtıyorlar. Oysa Baba Esad’dan beri PKK’ya alan açan, Suriye’nin kuzeyini anahtar teslim maaşa bağlayarak PYD’ye veren rejimin, PKK’yı Türkiye ve muhaliflere karşı kullanmak için başka planları vardı, hala var; ve PKK kendisinin yerine ABD ile iş tuttuğu için buna canı sıkılıyor.

Cumhurbaşkanı, ilkesel olarak Esad’la neden görüşmeyeceğini sürekli vurguluyor. Ancak ilkeleri konuşacak zeminin kalmadığını düşünenlerin de rasyonel açıdan Esad’la görüşmenin bize ne kazandırıp ne kaybettireceğini kestirmelere sapmadan değerlendirmesi gerekir. Zira herkesten önce “Esad gitmeli” diyen ABD bile PKK’yı korumak adına Esad’la masaya oturabilir. ABD Senatosu İstihbarat Komitesi’nin son raporundaki “Suriye muhalefetinin artık Esad’ı devirecek güçte olmadığı, ancak bir yıl daha çatışmayı sürdürebileceği” vurgusu bunun işaretlerini taşıyor. El insaf, ABD’nin beş yıl önce sonuç tam da böyle olsun diye politika değiştirdiğini cümle alem biliyor. Öte yandan, Ankara Esad’la velev ki masaya oturdu, Batı’nın bir anda rejimin öldürdüğü insanları, yapılan işkenceleri, kullandığı kimyasal silahları hatırlayası tutabilir ve yıllardır durulan yerler unutulup Türkiye bu kez de Esad’la görüşmekle suçlanabilir.

Aslında durum trajik olduğu kadar basit. ABD’nin Suriye’de istediği kurguyu yapabilmek için istikrarsızlığa ve de Esad’a ihtiyacı var. Çünkü Suriye’deki istikrarsızlığın ana kaynağı Esad. Zaten süper ve bölgesel güçlerin yeni silahlarını, yeni savaş taktiklerini denedikleri kanlı bir oyun sahasına dönen Suriye’de savaş bitmekten, istikrar gelmekten çok uzak.

Tam da bu yüzden “Esad’la görüşmeli” demenin 1930’larda “Hitler’le görüşmeli” demekten farkı yok. Kimler görüşmedi ki o dönemde Hitler’le... Buna rağmen Hitler ve Nazi Almanyası nasıl ki ayakta kalamadı, yarın Esad da kalamayacak. Hitler giderken eski dünya düzenini beraberinde götürmüştü, Esad da 2. Dünya Savaşı sonrası kurulan düzeni yanında götürecek.

Yorum Analiz Haberleri

Meşru olanı savunursan karşılığını elbet görürsün!
Türkiye solu neden hala Esed rejimini savunuyor?
Sosyal medyada görünürlük çabası ve dijital nihilizm
İran aparatlarının komik antipropagandalarına vakit ayırmak bile coğrafya için zaman kaybı...
Nasıl ki ilk Müslümanlar tüm zorluklara rağmen direndiyse Gazzeliler de öyle direniyor!