Yasin Aktay’ın Yeni Şafak’ta yayınlanan yazısı (19 Şubat 2020) şöyle:
Kılıçdaroğlu’nun Absürt Siyaseti Erdoğan’ı Oyalar mı?
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın liderliğindeki Türkiye’nin günümüz dünyasında oynadığı rol ile iç siyasette uğraştığı, uğraşmak zorunda bırakıldığı meseleler arasındaki ciddi orantısızlık ve münasebetsizlik iyice göze çarpmaya başlamıştır. Adaletsizliğiyle, çarpıklığıyla her tarafından dökülen mevcut dünya sistemini şimdiye dek bu kadar açık yüreklilikle tartışabilen kimse çıkmadı.
Tartışmak ne kelime, BM’nin merkezinde sisteme adeta meydan okudu ve bu tavrını sadece bir iki konuşma düzeyinde bırakmadı, Türkiye’nin milli duruşu ve politikası olarak kurumsallaştırdı. Buna rağmen sistem içinde gücünü daha da arttırdı, sesini daha da yükseltebilen bir lider oldu. Bugün Ortadoğu’daki herhangi bir anlaşmazlık konusunda Türkiye sahneye girdiğinde bütün dengeler değişmekte ve herkes Türkiye’ye göre konumunu yeniden belirlemek durumunda kalmaktadır.
Katar’da Türkiye’nin devreye girmesiyle birlikte neredeyse birilerinin pişmiş aşına su katılmış oldu.
Akdeniz’de neredeyse on yıllardır Türkiye’yi görmezden gelerek yürütülmekte olan sömürgeci bir paylaşım Türkiye’nin Libya ile yaptığı anlaşmayla birlikte Akdeniz sularına gark oldu. Şimdi herkes başta bağırıp çağırsalar da, lafla peynir gemisinin yürütülemeyeceğinin idrakine varmış olarak hesabını Türkiye’ye göre yeniden revize etmekle meşgul.
Suriye’de Fırat Kalkanı, Zeytin Dalı ve ardından Barış Pınarları operasyonlarıyla birlikte bazı ülkelerin bölge için yürüttüğü altmış yıllık planları çöpe atılmış oldu. Türkiye, Suriye’de şimdi ağırlığını yeniden koymakta ve Rusya, ABD, AB, İran ve Körfez ülkelerinin bütün ağırlıklarını yeniden tartmaktadır. İşin sonunda Suriye’de Türkiye’nin dediği olacak, çünkü Türkiye her yerde olduğu gibi alabildiğine haklı ve güçlü tezlerle hareket ediyor. Bu haklılığına dayalı olarak icabında yumuşak gücüyle icabında da silahlı gücünü göstererek tezlerini kabul ettirirken her seferinde ağırlığını, gücünü ve etkisini daha da artırıyor.
İsrail’in yüzyıllık planı olarak lanse edilen ve arkasına ABD’yi, Suudi Arabistan ve BAE’nin, Mısır ve Bahreyn’in, birçok AB ülkesinin desteğini almış bir plana karşı çıkmak cesaret ister. Tabi sadece cesaret yetmiyor, haklı olmanın gücü de söylediğinin arkasında durabilecek bir maddi dayanak da lazım. Türkiye’de hepsi vardı. Arap ülkelerinde bu maddi varlık da bu güç de var ama güçleriyle mütenasip olmayan bir eziklikleri de var. Ruhları köleleşmiş, sömürgeleşmiş olanların önünde zindan kapılarını açsanız kaçıp gitmeyi akıl etmezler. O yüzden “Yüzyılın Anlaşması” aslında en büyük gücünü onu savunanlardan değil, ona karşı çıkması gerekenlerin korkaklıklarından ve ezikliklerinden alıyor, tabi ayrıca bir de buna inanan bir kötü niyetleri yoksa…
Tam bir oldubitti olarak kabul edilen bu plana karşı çıkma cesaretini bir tek Erdoğan gösterdi. Onun bu duruşu ile birlikte başta planı destekleyen Arap Birliği ülkeleri ve bir çok ülke bu tavrın peşine takılmak zorunda kaldı. Bu aslında Erdoğan’ın bugün artık dünya siyasetinde normları işaret edebilecek, ortaya koyabilecek bir etkiye ulaşmış olduğunu gösteriyor.
Bu duruşu ve etkisi o kadar kabul görmüş durumda ki, ziyaret ettiği ülkelerde çok özel bir karşılama ve hüsnü kabul ile ağırlanıyor. En son Pakistan ziyaretinde, Başbakan İmran Khan’ın kendisine sarf ettiği sözler, Pakistan’da seçime girdiği taktirde tek başına yüksek bir oyla seçileceğine dair cümleler, iltifattan öte bir gerçeği ifade ediyor.
Gel görelim dünya siyasi sahnesinde bu ağırlığa ulaşmış olan Türkiye’nin iç siyaseti aynı seviyeyi, aynı kaliteyi maalesef yansıtmıyor. Bu güce ulaşmış, dünya mazlumlarının umudu, dünya sorunlarının çözümünün anahtarı haline gelmiş bir ülkenin muhalefetinin de buna uyumlu olması beklenirdi.
Elbette muhalefet olarak hiçbir şekilde iktidarın her dediğini onaylaması beklenmez, hatta yanlış bulduğu bir çok konuda en şiddetli itirazlarını yapması da beklenir. Ancak gündeme getirdiği konulara bakıldığında CHP muhalefeti Türkiye halkı ve milleti ile bağlarını adeta koparmış bir yapı gibi davranıyor.
Türkiye’nin dünya siyasi sahnesinde neredeyse bütün hasımlarıyla empati kuran ve onlarla iktidara karşı dayanışma içinde olan bir CHP, hangi ülkenin muhalefet partisi olabilir? Türkiye’nin son yıllarda bir şekilde ihtilafa girdiği Esed’inden Hafter’ine, Sisi’sinden YPG’sinekadar herkese bir muhabbeti var Kılıçdaroğlu’nun. Bütün bu isimlerle ihtilafın kaynağı sanki onların katilliği, diktatörlüğü, gözü dönmüş iktidar hırsıyla kendi halklarına düşmanlıkları değil de, Erdoğan’ın geçimsizliği imiş gibi davranıyor. Böyle yaparak her geçen gün milletle bağlarını koparıyor.
Tabi dış siyaset ile iç siyaset arasındaki orantısızlık ve münasebetsizlik bununla sınırlı değil. Son zamanlarda gündeme gelen darbe söylentileri de, FETÖ’nün siyasi ayağı tartışması da bu münasebetsizliğin en çarpıcı örneklerinden.
Kurcalandıkça FETÖ’nün siyasi ayağı olarak en çok tebarüz ve temayüz edecek kişi olarak Kılıçdaroğlu bu konuyu neden gündemde tutuyor mesela?
Orada bile bir mantıksızlık, bir absürt komedi halleri yok mu sizce?
Absürt komedi meselesi, duymayan kaldıysa herkesin Kılıçdaroğlu’nun FETÖ ile münasebetini iyice görmeye ve ezberlemeye davet gibi. Bu nasıl bir yavuz hırsızlık hali!
Bunlar elbette dünya siyasetinde emsalsiz bir performans ve kalite sergileyen Erdoğan’ı bir absürt siyaset lakırdısına çekip zamanını ve enerjisini harcama girişimleri. İndiremediğiniz, yenemediğiniz Erdoğan’ı böyle böyle aşındırır mıyız?
Hiç de fena bir hesap değil onlar açısından, ama yine Erdoğan hakkında yanlış hesaba dayanıyor. Neden mi? Onu da onlar bulsun?