Suriye Baas yönetiminin katı laik ve eli kanlı bir rejim olduğunu söyledikten sonra imkânı varken anlaşmaya kesinlikle yanaşmamış bu rejim için; ‘muhalefet bu rejimle anlaşsın, 2-3 sene içinde seçimler olsun’ demenin tutar yanı var mı?
Türkiye’de Ümmetçi anlayışın gelişmesine önemli katkılar sunmuş Sayın Ali Bulaç bakınız Suriye’de yaşananların trajik fotoğrafını nasıl çekmiş:
“Suriye’de 19 aydır süren iç savaş hepimizin içini kanatıyor. Şimdiye kadar 30 bin kişi hayatını kaybetti; 100 bin insan kayıp; 400 bin kişi hapishanelerde; 2,5 milyon insan kendi ülkesinde yer değiştirip mülteci durumuna düştü. Türkiye, Ürdün ve Lübnan’daki 250 bin mülteciyi zorlu kış şartları bekliyor. Su, elektrik, ulaşım vb. altyapı sistemi çökmüş durumda. Şam, Halep gibi İslam tarihinin, sanat ve medeniyet merkezleri belki de bir daha dirilmemek üzere harabeye döndü.” (Zaman Gazetesi: 8 Ekim 2012)
Bu fotoğrafı çeken Sayın Bulaç, sonra da kalkıp zâlim rejim karşısında haklarını arayan halkı, komşularla sıfır problem açılımının sahibi Türkiye’yi ilk günden beri eleştirdiği gibi eleştiriyor! Bugün 19 ay önce yapılan tavsiyelerin bir değeri kaldı mı?
Yukarıdaki tablonun müsebbibi Esed rejimi devam etsin, İran’ın dediği olsun, halk celladının elini öpüp biat etsin; bu mu çözüm!?
Bunun diğer bütün diktatörlere ne kadar kan akıtırsanız, ülkeyi ne kadar yakıp yıkarsanız, ne kadar insanı tehcire zorlarsanız iktidarda kalma şansınız o kadar yüksek olacaktır demekten ve buna teşvik etmekten başka ne anlamı var?
Katliamlar başlamadan önce muhalefet ve Baas rejimi anlaşsın, yumuşak geçiş yaşansın demek en makul yoldu ama rejim buna geçit vermedi. Bugün gelinen aşamanın buraya nasıl geldiğini görmezden gelerek sanki rejimle anlaşmanın imkanı kalmış gibi oturup anlaşsınlar demek Esed’in elini güçlendirmekten başka bir işe yaramıyor.
Esed diktatörünün zaman kazanmak adına yalan dolandan başka çözüm için ortaya koyduğu bir alternatifi oldu mu bugüne kadar. Böyle düşünen kesimlere baktıkça Resûlullah (sas)’in şu hadisi aklıma geliyor:
O, bir defasında; “Mü’minin ferasetinden kaçının, çünkü o Allah’ın (c.c) nuruyla bakar” buyurmuş, sonra da şu âyeti okumuştu:
“Elbette bunda feraset sahibi olanlar için ibretler vardır” (Hicr: 15/75). (Tirmizi: 5/298, hn. 3127)
Feraset, görüş ve idrâkde meseleleri aklıselimin ve hür vicdanın süzgecinden geçirerek doğruyu bulmaya denir. Önce bir mesele hakkında bilgi sahibi olmak sonra da o meseleyi doğru olarak değerlendirebilme kaabiliyeti. Bir yere kadar Allah’ın (c.c) karşılıksız vergisi olan bu yetenek aynı zamanda emek ve tecrübeyle kazanılan bir sezi kaabiliyetidir de.
Suriye meselesinde Müslümanların feraseti nereye kayboldu diye sormaktan kendimi alamıyorum. Sadece yukarıdaki tabloya baksınlar, ellerini vicdanlarına koysunlar, muhakeme yaparken İran’ın ulus çıkar perspektifine dayalı duruşunu temel dayanak almasınlar, ilkeler perpektifinden karar versinler...
Bu Baas rejimi, 30 sene önce, yine aynı yöntemlerle ve yine İran’ın yardımıyla 30 bin kişiyi katletmiş, Hama şehrini yakıp yıkmıştı, bunu da hatırlasınlar.
Bir de; Efendimiz’in (sas) “Mü’min, bir delikten iki defa sokulmaz” uyarısını... (Buhari: 8/38, hn. 6133; Muslim: 8/227, hn. 7690, Ebu Davut: 4/417, hn. 4864)
YENİ AKİT