Esed/Baas Rejimi Yoksa Barış da Yok (mu?)

KENAN ALPAY

“Adalet yoksa barış da yok” sloganı zulüm üzerine kurulan sistemlere başkaldıran kitlelerin ne zamana kadar mücadeleye kararlı olduklarını deklare etmek üzere çokça başvurdukları bir sözdür. Barışın ancak adaletle mümkün olacağını, zulümler devam ettikçe gerilim ve çatışmanın hatta gerekirse savaşın kaçınılmaz olduğunu beyan eden bu slogan siyasal-sosyal olayların sebeplerine dikkat çekmesi açısından elbette son derece değerlidir.

Tıpkı bunun gibi “Mısır’sız Savaş, Suriye’siz Barış Olmaz” sözü de uzun yıllar Orta Doğu’daki askeri ve siyasi dengelerin izahı çerçevesinde atıf yapılan bir sözdü. Bu sözün de ne derece doğru olduğunu ispatlayacak kimi olağan olsa da çoğu olağan dışı gözüken gelişmeler yaşadık, yaşıyoruz. Suriye’deki Esed/Baas rejimini cüssesinden daha önemli ve vazgeçilmez kılan kritik sırrı acaba nerelere dayanıyor?

Şebbihalaşma Trendi

İnsana karşı işlenebilecek her türlü kötülüğü işleyen Esed/Baas rejimi, kendisine sahip çıkıp destek olan devlet ve toplumların çok farklı konumlanmalarına rağmen ortak paydası pozisyonunda. Sadece Rusya ve İran’ın değil Türkiye bağlamından söyleyecek olursak ulusalcıların olduğu kadar liberallerin ve sosyalistlerin, Kemalistlerin olduğu kadar İran’a endeksli profesyonel İslamcıların da Suriye politikasında Esed/Baas rejimine müzahir hareket etmesi açık bir vakıa.

Her ne demekse Suriye’de Şiilerce kutsal addedilen mekânlar varmış. Bu mekânlar için de özellikle İran’ın teşvikiyle Irak, Lübnan, Pakistan gibi bölgelerden binlerle ifade edilen “mücahit” türbeleri Selefilere karşı koruma bahanesiyle Esed rejimi adına savaşıyor. Suriye’de yaşanan katliam ve yıkımları meşrulaştıran ve bu katliam ve yıkımlarda resmen cephede rol alıyorlar.

Öyle bir hal oluyor ki, Şiilerce kutsal addedilen türbeler sadece hurafe, şirk ve küfrün değil aynı zamanda cinayet ve tecavüzlerin de vesilesi haline sokuluyor. Türbeye saygı türbe fetişizmine evriliyor, ölülere sadakat yüz binden fazla mazlum Müslümanın hayatına kast eden bir ihanet şeklinde tecelli ediyordu. Ayetullah Hamaney ve Seyyid Nasrallah, İslam kimliğinden ve Müslüman karakterinden sıyrılıp insanlara Allah yolunda mücadele eden mücahitler değil, Esed/Baas tağutu yolunda savaşan Şebbihalar olmasını emrediyorlar.

Irak’tan gelip türbeleri koruma bahanesiyle Şebbihalaşanlardan biri de Zülfikar Tugayı komutanı Ebu Hacer’di. Fakat Ebu Hacer, birçok Müslümanı katlettikten sonra Şam’da giriştiği bir saldırıda öldürüldü. İran ve Lübnan’dan gelen birçok Devrim Muhafızı ve Hizbullah militanı gibi Ebu Hacer de “Baas/Esed rejimine sadakat yoksa barış da yok” diyerek Suriyelilerin bu dünyasını, kendisi gibilerin de ahiretini cehenneme çevirdi.

İran mı Rusya ve Esed rejimini kullanıyor yoksa Rusya ve Esed rejimi mi İran’ı kullanıyor, biz kesin olarak bilemeyiz. Ya da Şiilik ve Nusayrilik mi Esed rejimi vesilesiyle stratejik bir üstünlük kuruyor yoksa Esed rejimi mi Şiilik ve Nusayriliği hizmetine amade kılıp bekasını temin ediyor, bilen söylesin. Cevaplar hangi şekilde tezahür ederse etsin “direnişin altın halkası” Suriye’de ancak ve ancak daha fazla kan ve gözyaşı dökerek bekasını temin edebileceğine inanıyor.

Kürt-Alevi Kimliğine Baas İpoteği

Gezi ve ODTÜ Ruhu çerçevesinde gerçekleştirilen eylem ve etkinliklerin bileşenleri ağırlıklı olarak AK Parti Hükümetinin Suriye’de Esed/Baas rejimine karşı konum alışını başarısız kılmanın mücadelesini veriyordu. Ulusolcu ve liberal siyaset esnafı, bu süreçte Kürt ulusalcılarını istedikleri gibi şiddet içerikli kampanyalarda görevlendirememenin verdiği öfkeyle Alevi kartına yüklendiler.

Ezilen Kürt” metaforu ile yarıştırılıp üzerine Kemalist iktidar kurulan “ezilen Alevi” metaforu Suriye’deki barbar rejimi korumak ve kollamak üzere Gezi Ruhu olarak hortlatılmış ve cepheye sürülmüştür. Türkiye kamuoyunda katliam ve yıkımları meşrulaştırmak üzere devrede tutulan formül şöyleydi: “Nasyonal sosyalist karakterli, emperyalizm ve kapitalizm karşıtı Esed/Baas rejimi Kürt ve Alevi emekçilerin hamisi ve dostudur.”

Psikolojik savaş mı dersiniz, ajitasyon ve propaganda mı dersiniz sizin tercihiniz ama Türkiye’de Kemalist sol ve liberal siyasetin AK Parti’yi ve İslami kimliği itibarsızlaştırmak için giriştiği algı yönlendirmesi tersinden şöyle işlemektedir: “Nusayri Baas cuntasına karşı çıkan Sünni-Selefi muhalifler ise hem Kürt hem de Alevi düşmanıdır. Alevilerin ve Kürtlerin kafasını kesmek ve onlara tecavüz etmek gibi ihtisas alanları ve zevkleri vardır. Esed’in kusurları var ama iktidara oynayan İslamcı muhalifler İslamcı olmayanlara asla hayat hakkı tanımazlar.”

Suriye’de ilelebet “Esed’in Ülkesine Hoş Geldiniz” levhaları asılsın isteniyor. Aksi durumda Suriye’yi cehenneme çevirmekte ne kadar kararlı olduklarını gösteriyorlar.