Yasin Aktay / Yeni Şafak
Suriye’deki sorun Türkiye ve rejim arasında değil, rejim ve halk arasındadır
Suriye’de 12 yıldır devam etmekte olan iç savaşın geldiği yer ortada. Biraz daha fazla özgürlük, insan haklarına riayet, insanlık onurlarına saygı talep eden Suriye halkına rejimin verdiği sert cevap ve karşılıklı sertleşmeler işi içinden çıkılmaz bir hale getirmiş oldu. Baştan itibaren rejimin bu halk isyanına verdiği tepkiyi insani açıdan “kabul edilmez” bulan dünya bu rejimin meşruiyetini yitirdiğinden hareketle muhalifleri, isyan eden halkı Suriye’nin meşru temsilcisi olarak tanıdı.
Sürecin uzaması bu yeni durumu fiili bir statüye dönüştürdü. Suriye sadece rejim tarafından değil muhalifler tarafından da temsil edilen bir ülkeye fiilen dönüştü. Bugün rejimin bazı bölgelerde fiili kontrolü elinde tutuyor olması başka bölgelerde de durumun kendisi açısından durumun berkemal olduğunu söylemiyor. Bilakis şu anda fiilen Suriye en az üç parça haline gelmiş, üç ayrı idareyle yönetiliyor.
ABD’nin kontrol ettiği bölgelerde Suriye rejiminin hiçbir kontrolü ve dahli kalmamış durumda. Orada ABD’nin desteklediği terör örgütü PYD eliyle ne işler karıştırdığını Türkiye’den başka hiç kimsenin sorduğu yok. Ne İran soruyor ne rejim ne de Rusya. ABD işgalini fiilen kabullenmiş durumdalar.
Suriye’nin kontrol ettiği bölgelerde ise kontrol oranın adeta insansızlaştırılmasıyla sağlanabiliyor. Bu bölgelerin gerçek sahipleri maruz kaldıkları hava saldırıları ve Şebiha ve Haşdi Şabi katliamları karşısında canlarını kurtarmak üzere Türkiye, Lübnan, Ürdün ve Avrupa’ya sığınmak zorunda kaldılar. Onların bu durumları göz ardı edilerek, oldubittiye getirilerek Suriye’de bir çözümün tesis edilemeyeceği gün gibi ortadadır.
Suriye’deki sorun esasen Suriye rejimi ile Türkiye arasında bir sorun değildir. Baştan beri Türkiye ile olan sorun dolaylı bir sorundur. Suriye içinde işlenen cürümlerin Türkiye’ye yansımaları dolayısıyla yani. Suriye’de olup bitenler Suriye’nin iç işleri diye geçiştirilemezdi, geçiştirilemedi. Her kavgadan huzursuz olan on binlerce insan Türkiye’nin kapılarına dayandı. Türkiye bu geçişleri ancak Suriye içinde Suriye halkı için bir güvenli bölge oluşturarak durdurabildi. Aslında Türkiye’nin bu çözümü, nihai anlamda sorunun çözümü için de bir yol gösterip o yolu açmış oldu. Bu yol sayesinde bugün Suriye içinde, ABD kontrolü dışındaki bölgeleri de hesaba kattığımızda rejimin kontrol ettiği alandan fazlası Türkiye’nin himayesinde bulunuyor.
Bu fiili çözüm mevcut sorunun bağrında sadece Türkiye için değil, Suriye halkı için de, mülteci sorunundan mustarip Avrupa için de, geçici olsa da en makul çözüm oldu. Zira bu çözüm devreye girdiği andan itibaren ciddi bir sığınmacı dalgası yaşanmadı, bilakis en azından Türkiye’den Suriye’nin güvenli bölgelerine 600 bine yakın geriye göç yaşandı.
Bu noktada tekrarlamak gerekirse Suriye’deki sorun esasen Suriye rejimi ile Türkiye arasında bir sorun değildir. Türkiye ve Suriye arasında ne türden bir yakınlaşma olursa olsun, bu başlı başına Suriye içindeki sorunun bitmesi için yeterli olmaz. Sorun Suriye rejimi ile kendi halkı arasındaki bir sorundur ve o düzeyde makul, güven verici, gerçekleşebilir öneriler ve planlar olmadan çözülemez.
Türkiye şu anda kontrol ettiği bölgelerde sonuna kadar kalıcı değildir. Sürekli olarak bu bölgelerin Suriye halkına ve toprak bütünlüğüne ait olduğunu tekrarlamaktadır.
Bugün 12 yıllık krizin sonucunda, işlerin herkes açısından tıkandığı noktada Türkiye’nin girişimiyle başlayan müzakerelerde de Türkiye Suriye’nin toprak bütünlüğüne saygısını teyid ederek işe başlamaktadır.
Ancak başlatılan sürecin bütün Suriye halkının geleceği için, sığınmacı Suriyeliler için de kaygıdan ziyade bir umut üretebilmesi için bazı garantilerin verildiği bir geçiş aşamasına ihtiyaç vardır. Bu garantiyi ne rejimin, ne de onun katliam ortakları Rusya ve İran’ın veremeyeceğini söylemiştik. Onlar verse dahi Suriye halkı buna güvenmiyor. Bu noktada Halep’in geçici bir statüyle rejim ve Haşdi Şabi milislerinden arındırılarak Türkiye’nin kontrolüne verilmesi Halep’in kendi halkına iade edilmesi için en makul çözüm olur demiştik. Bunun ilk kez bizzat Suriyeliler arasında da konuşulduğunu ve değerli yazar-düşünür Muhtar el-Şankıti tarafından dile getirildiğini de söyledik.
Meğer bütün bu olup bitenlerde Esad’ın sanki hiçbir payı yokmuş, ölümden kaçanlarmış suçlular, hatta olup bitenin suçlusu neredeyse Türkiye imiş. İtirazlar ve eleştiriler Suriyelilerden değil Esad’dan fazla Esadçılarımızdan geldi. Sığınmacı Suriyelilerin ülkelerine dönmelerini de her fırsatta büyük bir iştahla dile getiren aynı çevrelerin böyle bir öneriye verdikleri tepki tuhaf gerçekten. Aman görüşmeler başlamışken Esad’ı kızdırmayalım, süreci sabote etmeyelim, her şey Esad’ın istediği gibi olsun telaşlarına bakılırsa bunlar 12 yıldır hiçbir olaya hiçbir sığınmacının gözünden bakmamışlar, her şeye Esad ve adamlarının gözünden bakmışlar.
Yahu bir susun belki böyle bir öneri Esad’a da, herkese de, makul gelecektir. Ondan önce neden çözüm için bu kadar makul bir ihtimali Esad adına reddediyorsunuz ki? Bu akan kandan, dökülen gözyaşından bir kazancınız mı var yoksa?
YAŞAR KAPLAN
Seksenli yılların başında yayınladığı ve dönem için çok önemli bir şiir, edebiyat ve entelektüel okul işlevini gören Aylık Dergi’yi lise yıllarımda yakından takip ediyordum. Uzun yıllardır aslında kişiliğiyle mütenasip olmayacak şekilde sessiz sedasız yurtdışında yaşıyordu, geçtiğimiz günlerde vefat haberi geldi. Dün Hacı Bayram’da namazını kıldık, Taceddin Dergahına defnedildi. Allah rahmet eylesin.