İran Devrimi'nden yaklaşık bir sene önce, 1977 yılının son günü, 31 Aralık’ta dönemin Amerikan Başkanı Jimmy Carter, Tahran’ı ziyaret ediyor. İran Şahı Rıza Pehlevi ile kadeh tokuştururken, daha sonra dünya siyaset tarihinin en kötü analizleri ilk 10'una girecek şu sözler çıkıyor ağzından: “İran dünyanın en sorunlu bölgelerinden biri olan Ortadoğu’da yer alan bir istikrar adasıdır.” Dostu Pehlevi’den övgülerini de esirgemiyor Carter ve İran Şahı'nın, halkının sevgisi ve saygısına mazhar olmayı başarmış büyük bir lider olduğunu söylüyor.
Carter’ın gezisinden birkaç ay sonra en nihayetinde Şah’ı devirecek gösteriler başladı. Bir sene sonra ise Jimmy Carter siyasi kariyerine en büyük darbeyi vurmuş olay olan rehine krizini çözmeye çalışıyordu…
Jimmy Carter’ın daha sonra bir espri konusu haline gelen sözleri, siyasi öngörüsüzlüğünden ziyade, istibdat rejimlerine özgün ve içkin bir bilinemezlikten kaynaklanıyor. Şeffaflık ve ifade özgürlüğünden azade bu rejimlere dair bilgimiz çoğu kez rejimin kendi hakkında söyledikleri ile kısıtlı kalıyor. Bu rejimlerin gerçek gücünü hiçbir zaman bilmiyoruz. Toplumda için için kaynayan muhalefeti, huzursuzluğu hissediyoruz belki veya tahmin ediyoruz , ama biriken öfkenin yakıcılığının boyutunu bilemiyoruz. Sorulduğunda korkudan rejime bağlılık beyan eden ancak doğru zamanda muhalefete geçecek kitlenin ne boyutunu kestirebiliyoruz ne de hangi koşullarda eyleme geçeceğini.
Kestirebilsek zaten Arap devrimleri böylesi bir şaşkınlık yaratmaz, tüm Ortadoğu analistlerini ters köşeye yatırmazdı.
Arap devrimlerinin Bahreyn ile birlikte en zor dönemeci olan Suriye’de gösterilerin başlaması üzerinden 18 ay geçti. Ölü sayısını istatistiklere dökmek artık iyice utanç verici hale gelse de toplamda 15 bine ulaştığı tahmin ediliyor. Her gün ortalama 100 kişi hayatını kaybediyor.
Bu sırada, uluslararası kamuoyu Suriye halkına kendilerinden bir şey beklenmemesi gerektiğini her vesile ile öğretiyor. Bu girişimlerden bir şey çıkmadığı tecrübeyle sabit olduğundan, Cenevre toplantısının belirsiz sonucu kimse için şaşırtıcı olmadı.
Peki, Suriye içinde durum ne? Esed rejiminin iç dinamikler ile çökme ihtimali var mı?
İlginç bir şekilde artık Suriye muhalefeti bu konuda hiç olmadığı kadar iyimser.
Bu hafta Al Arabiya televizyonuna konuk olan Suriye Ulusal Konseyi eski başkanı Burhan Galyun’un açıklamaları bu açıdan ilginç… Gösteriler başladığından itibaren ilk defa, geçen hafta Suriye’ye gittiğini açıkladı Galyun. Türkiye sınırından Hür Suriye Ordusu eşliğinde İdlib’e gittiğini anlattı, izlenimlerini paylaştı. Galyun’a göre Suriye ordusu ve Esed rejimi sahada kontrolü kaybetmiş durumda. Bir gün boyunca Hür Suriye Ordusu'nun bayraklarını taşıyan bir konvoyla gezdiklerini ve Suriye’de artık birçok “kurtarılmış” bölge olduğunu iddia etti. Suriye ordusunun gün içinde birçok yerleşim alanına “giremediğini”, ancak geceleri havadan bombalama yönetimine başvurmak durumunda kaldığını ifade etti. Bu yüzden Suriye Ulusal Konseyi ısrarla Suriye’nin “uçuşa yasak bölge” ilan edilmesini istiyor.
Bunu Suriye muhalefetinin hüsnükuruntusu olarak görebilirsiniz elbette. Lakin bunu destekleyen başka gözlemciler de var.
Bu hafta Beyrut’ta yakın zaman önce Suriye’ye, Birleşmiş Milletler gözlem heyeti ile giden Amerikalı bir gazeteciden dinlediklerim de Galyun’un gözlemlerini doğrular nitelikte. Hama ve Şam’a giden gazeteci “Suriye devletinin sahada çöktüğünü” söylüyor. Durumu 10 ay öncesi ile mukayese ettiğinde ciddi bir fark olduğunu iddia ediyor. Korku eşiğinin tamamen aşıldığını, rejimin gücünü kaybettiğini, Hıristiyan nüfus arasında bile muhalefete sempatinin göz ardı edilemeyecek ölçüde arttığını söylüyor.
Benzer şekilde uluslararası bir düşünce kuruluşu olan Carnegie Vakfı'nın Beyrut direktörü Paul Salem, Suriye rejiminin son demlerini yaşadığını iddia ediyor geçen hafta yayımlanan makalesinde. Askerî açıdan güçlenen muhalefetin Suriye ordusuna ciddi kayıplar verdiğine dikkat çeken Salem, rejimin artan şiddetinin yenilgi psikolojisinden kaynaklandığı ve uluslararası dengelerin de bu şekilde kalamayacağını iddia ediyor.
Esed kartlarını iyi oynadı. Uluslararası konjonktürden son derece akıllıca bir şekilde faydalandı. Ancak görünen o ki, tüm bunlara rağmen rejimin bu noktadan sonra ayakta kalması zor. Rejimin çöküş sürecinin uzaması ölü sayısının artmasına, muhalefetin radikalleşmesine ve krizin bölgesel yan etkilerinin artmasına sebebiyet veriyor. Yine de Esed sonrası döneme dair daha çok düşünmemiz gereken bir döneme girdiğimizi söylemek de mümkün. Artık Suriye muhalefetini güçlendirmenin yanı sıra, azınlık haklarına saygılı, demokratik bir Suriye’nin nasıl inşa edileceğini de tartışmaya başlamanın vakti gelmiş durumda…
TARAF