Esas yanlış

Etyen Mahçupyan

Kürt meselesinin çözülmesinde en teşvik edici sonuçlardan biri referandumda 'evet' oylarının 58'i bulabilmesiydi.

Oylamanın tam öncesinde devlet yetkililerinin Öcalan'ı muhatap aldığı, onunla 'konuştuğu' yani bir müzakere sürecinin kapısını araladığı ortaya çıkmış ve Kılıçdaroğlu da devletin kendi çıkarı için herkesle konuşabileceğini söylemişti. Öte yandan bir önceki seçimleri temel alarak yapılan analizler AKP oylarının HAS Parti'den ve laik kesim demokratlarından geleceklerle birlikte yüzde 50'yi ancak geçebileceğini söylemekteydi. Nitekim yüzde 58'in yerel dağılımının analizini yapanlar, MHP'den bir oy kayması olduğunu gözlemlediler.

Bu tablo reform süreci açısından sadece oy hesabıyla değil, gerekli olan meşruiyet zemininin oluşmasıyla da ilgili. Çünkü AKP'nin çözüm yolunda ilerleyebilmesi, muhafazakâr seçmenin söz konusu çözümü doğru ve meşru bulmasıyla bağlantılı. Ne var ki henüz 3 ay bile geçmeden durum hiç de parlak gözükmüyor. MetroPoll şirketinin kamuoyu anketine bakılırsa, toplumun genelinde Kürtçenin çeşitli düzlemlerde ikinci dil olarak kullanılması onay bulmuyor. Halkın resmi makamlarla ilişkisinde Kürtçe kullanımına yüzde 80 hayır denmesi belki şaşırtıcı değil. Ama Kürtlerin yoğun olarak yaşadıkları yerlerde bile iki dilin ortak olarak kullanılması yüzde 54 tarafından onaylanmıyor. Ancak asıl çarpıcı farklılaşma doğrudan anadilin kullanımına ilişkin sorularda ortaya çıkıyor, çünkü bunları Ağustos 2009 anketiyle mukayese edebiliyoruz. Kısaca söylemek gerekirse Türkçeden başka dillerin ve özelde Kürtçenin eğitim ve öğrenimde kullanılmasını destekleyenler, kabaca bir yıl içinde ortalama yüzde 55'ten 30'lara düşmüş durumda. Bu gerilemenin en büyük sorumluluğu siyasetten anlamayan Kürt siyasetine ait... Ancak aynı sürecin AKP'yi de sıkıştırdığı ve edilgenleştirdiği açık.

Dolayısıyla seçime kadarki zaman aralığında AKP, 'ne yapacağı belli olmayan' Kürt siyasetinden bağımsız olarak kendine bir yol çizmek ve atacağı reform adımları için muhafazakâr milliyetçi seçmeni hazırlamak zorunda. Bunun pragmatik yollarından biri 'millet' kavramının muğlaklaştırılmasından geçiyor. Nitekim Başbakan zorunda kalmadığı sürece 'Türk' kelimesini kullanmıyor ve mecbur kaldığında da bu kelimeye bir 'üst kimlik' hüviyeti atfediyor. Verilmek istenen mesaj bu topraklarda yaşamakta olan halkın, alt kimlikleri ne olursa olsun birleşik bir 'millet' olduğu. Topluma verilen bu 'garantinin' Türk ve Kürt cenahında ayrı ayrı bir karşılığının olması doğal ama ortada ayakları yere basmayan, gerçekliği olmayan bir önerme var...

Mesele şu ki bir kimliğin hem alt hem de üst kimlik olma ihtimali yok. Öte yandan herhangi bir kimliğin hangi düzlemde yer aldığı yönetimin sözüyle değil, devlet uygulamaları ve yaşananlarla belirleniyor. Cumhuriyet 'Türk' kelimesini bir üst kimlik gibi sundu, ama tam aksine bir alt kimlik olarak hayata geçirdi. Şimdi bu tarihsel süreci geriye sarmak artık mümkün değil. Söz konusu tercihin bir maliyeti var... Kendisini 'Türk' olarak hissedenlerin önünde iki yol bulunuyor: Ya Türklüğü bir alt kimlik olarak yaşatacaklar ve 'tek millet' olmadığımızı kabullenecekler; ya da 'tek millet' olmayı hedefleyip, bunun adının 'Türk' olmamasını sindirecekler.

Bu ikilem yeni bir özeleştiri zemininin açılmasını ifade eder. Örneğin Azerbaycan'ı kasteden 'tek millet iki devlet' şablonunun bölücü niteliğini görmeyi gerektirir. Çünkü bu iki devlet tek bir millete aitse, o milletin etnik anlamda 'Türk' olduğu açıktır. Bu ise Türklüğü bir alt kimlik olarak tanımlar ve Kürtlerin her iki devletle de manevi bağ kurmasını olanaksız hale getirir. Azerbaycan konu olduğunda bir alt kimlik olarak ele alınan Türklüğün, içeriye dönüldüğünde bir anda üst kimlik haline getirilmesini ise herhalde hiçbir 'onurlu' kimliğe kabul ettirmek mümkün değildir.

Bu nedenle meseleye ideolojik açıdan bakıldığında Kürt siyasetine fazla söyleyecek laf da kalmıyor. Çünkü Kürtlerin tüm yanlışları, 'Türk' devletinin ana yanlışı üzerinde yaşanıyor. Dolayısıyla son anketlerde gelinen noktayı da dikkate alırsak, bugün Kürt meselesine ilişkin esas siyasi eforun bizzat Türklere yönelik olması gerekiyor. Türklerin devlet eliyle yapılmış olan ana yanlışı anlamaları, en hafifinden bir samimiyetsizlik ve kandırmaca olan resmi politikaya 'onurlu' insanlar olarak mesafe almaları gerekiyor. Bu ise sadece AKP'ye yıkılacak bir yük değil... Kendisine 'Türk' diyenlerin yıllar içinde pekişmiş bir sorumlulukları var... Üstelik sadece Kürtlere değil, bu toprakların tarihine, ruhuna, bizzat kendilerine. e.mahcupyan@zaman.com.tr

ZAMAN