‘Esas Oğlanı’ Öldürmek

Orhan Miroğlu

Batman’da bir vakitler Raman sineması vardı. Çocukluğumda bu sinemadan çıkmazdım.

Raman sinemasına ‘tekmili birden’ filmler gelirdi. Tarzanlı, Zorolu filmler. O filmlerdeki kahramanlar hiç ölmezdi. Sonra kahramanların ve esas oğlanın öldüğü filmlere de alıştık. İlkini hiç unutmuyorum. Eşref Kolçak ve Sevda Ferdağ’ın başrollerde oynadığı bir filmdi. Yanlış hatırlamıyorsam adı da, Erkek Ali’ydi...

Eşref Kolçak yani, Erkek Ali filmin sonunda ölünce dünya başımıza yıkıldı sanki.

Çünkü esas oğlanlar ölmezdi.

Anayasa Mahkemesi bize tekrar tekrar yıllardır izletilen trajik bir siyasi filmin esas oğlanını bir kez daha öldürdü.

DTP’yi kapattı.

Doğrusu kapatma kararını duyduğumda şaşırmadım. Mahkeme üyelerinin arasında bu karar alınırken muhalif kalan kimse var mıydı, asıl onu merak ediyordum. Keşke olsaydı, ama maalesef alınan kararın muhalifi yoktu.

DTP’yi mahkûm eden ve 37 kişiye siyaset yasağı getiren karar, oybirliğiyle alınmıştı. Bu oybirliğiyle alınmış karar, bana yine oybirliğiyle alınmış bir başka mahkeme kararını, Uğur Kaymaz ve babası Ahmet Kaymaz’ın öldürüldüğü davaya son noktayı koyan kararı hatırlattı.

Bir Kürt çocuğunu, babasıyla birlikte, 13 kurşunla öldürmekten yargılandığınızda, oy birliğiyle beraat ediyorsunuz bu memlekette.

Kürtler adına siyaset yaptığınızda, yine oy birliğiyle alınan kararlarla yasaklıyorlar sizi.

Yüreğinizdeki esas oğlanı öldürüyorlar.

Öldürmekle kalmıyor, karşısına geçip, sen kendi kendini öldürdün diye, timsah gözyaşları döküyorlar.

Cuma günü alınan kararla, benim payıma da, 37 arkadaşımla beraber beş yıl siyaset yasağı düştü.

Bu beş yıllık standart ceza benim için ilk değil. İlki Kürtçe konuşmayla ilgiliydi. 2007 seçimlerinde, yasaların suç saydığı bir şey söylediğim ve propaganda yaptığım için değil, sadece seçim konuşmamı Kürtçe yaptığım için, Mersin’de bir mahkeme hakkımda altı ay hapis cezası, benzer bir suçu işleyip işlemeyeceğimi savcıların denetlemesi, ve mahkemeye düzenli bilgiler vermesi için de beş yıl denetimli serbestlik cezası verdi. Dava şimdi AİHM’de. Denetimli serbestlik cezasının bir yılı bitti, dört yıl kaldı. Bu sefer yeni bir ceza başladı. Beş yıl siyasetten men cezası. Yani beş yıl boyunca bana siyaset ve Kürtçe konuşmak yasak.

Kürtler ne istiyor anlamayanlara fena örnek sayılmaz, anlamak isterlerse tabii.

Kürtçe konuşmak ve siyaset yapmak istiyor Kürtler, ama bu iki ifade alanı da Kürtlere kapalı.

DTP benim siyasi olarak kendimi ait hissettiğim bir partiydi, kapatıldı.

Bu ilk değil ama.

Sayın Haşim Kılıç’ın bu kararı hukukla izah etmesine inanmak mümkün mü şimdi?

Sayın Başkan’ın, Batasuna kararını dikkate aldık demesi de bu karara hiçbir şekilde hukuki bir mahiyet kazandırmıyor. Bu tamamen siyasi bir karardır.

Batasuna’nın temsilcisi olduğu halkın İspanya’da kullandığı hakların üçte birini kullanabilseydi Kürtler, şimdiye kadar beş partileri kapatılmazdı. Bu ülkede doğru dürüst bir demokrasi olurdu. Bu ülke Avrupa Birliği üyesi olurdu.

Aldığı kararlarla, bu ülkenin geleceğinde son derece önemli sonuçlar yaratmış anayasal bir kurumun siyasi alana koyduğu ipoteği hatırlamadan bu kararı anlamak mümkün değildir.

Anayasa Mahkemesi, Kürtler Meclis’e girmesin diye barajı kararlılıkla korudu.

“Yüzde onluk baraj yönetimde istikrar ilkesine uygundur ve temsilde adalet ilkesiyle bağdaşmaktadır” diye karar alan Anayasa Mahkemesi değil miydi?

DTP’nin siyasi geleneğinden gelen beş parti kapatıldı da, PKK’ye siyasi mesafeli, hatta çok eleştirel bakan Kürtlerin de partileri kapatılmadı mı?

Şerafettin Elçi ve arkadaşlarının kurduğu DKP kapatılmadı mı?

Kemal Burkay ve arkadaşları eğer Türkiye demokrasisine inanıyorlarsa ülkelerine neden hâlâ geri dönmüyorlar?

Gerçek şu ki, son yirmi yıl içinde, Kürtler siyaset alanında var olabilmek için ağır bedeller ödediler.

Partilerin il başkanları, yöneticileri, milletvekilleri öldürüldü, hapse atıldı.

Ama Kürt halkı, parlamentoyu çözüm adresi olarak görmeye devam etti.

Peki şimdi, DTP’nin kapatılmasından sonra da aynı siyasi deneyi yaşamayı göze alacak mı bu halk?

Hiç emin değilim, ama umutsuzluk ve hiç işe yaramayacak bir karamsarlık içinde de olmamak lazım.

Demokrasiden ve barıştan yana olan güçlerin ve mazlumların birliğinden başka çare yok.

Yeni bir döneme girdik.

Kürt siyaseti söz konusu olduğunda, yeniden ve tek başına yola çıkmayı denemenin faydasız demeyeyim, ama Türkiye’nin on yıllarını Ergenekoncu zihniyetin yani İttihatçıların elinden kurtarmaya yetmeyeceğine inanıyorum.

İçimizdeki esas oğlanı bir kez daha öldürdüler ve yeni bir kavşağa girdik. Bulunduğumuz kavşağın tabelasında başka bir şey yazmıyor:

Ya Diyarbakır merkezli de-fakto, federal bir parti, ya da büyük bir umut yaratacak bir Türkiye Partisi.

TARAF