Haksöz Haber
“Müstafi Başbakan Davutoğlu’nun yapmamızı istediği tercihi yaptığımızı bildiriyoruz: ‘Size savaş yaptırmayacağız!’ Bütün bu gelişmeler ışığında, ülkeyi savaş ve şiddet sarmalından çıkarmak için, Sayın Öcalan üzerindeki tecridin kaldırılmasını sağlayarak, müzakereleri derhal başlatmak üzere bütün demokrasi güçlerini barış ve demokratik siyaset yolunda seferber olmaya çağırıyoruz”
Heyetin, son siyasal gelişmeler ve alınacak tutum konusunda olağanüstü bir araya geldiği belirtilen açıklamada şu ifadelere yer verildi:
1) Türkiye, Tayyip Erdoğan’ın özel örgütünce yönetilen bir darbe ile karşı karşıyadır. Müstafi hükümet Erdoğan tarafından bir ‘ara rejim’ ve savaş kabinesine dönüştürülmüştür. 7 Haziran itibarıyla halk tarafından görevden uzaklaştırılan AKP hükümeti, yönetme ehliyetine dahi sahip değilken ülkeyi içeride ve dışarıda savaşın eşiğine getirmiştir. (Bu ilk maddede uluslararası ve iç hukuka uygun hava operasyonlarını “illegal” ve “savaş kararı” olarak niteliyor. Savaş tehdidini baraj ve yol yapımı üzerinden sürekli bir tehdit unsuru olarak dile getirmekten bıkıp usanmayan; “Barajı geçsek geçmesek de… Ülkenin yangın yerine döneceği” şeklinde müstağni bir dili özellikle Suriye’de sırtını dayadığı güçlere güvenle oluşturan bir güruh açısından hiç de yadırgatıcı değil. Kendinizi savaşan ve savaşı sürdüren bir tarafın sözcüsü olarak gördüğünüzde gayet normal. Hele ki ocak ayından bu yana 800 küsur, 7 Haziran’dan bu yana 121 silahlı saldırı, 15 adam kaçırma, 59 araç yakma, 16 yol kesme, 17 haraç alma dâhil 281 eyleme imza atmış bir yapılanma iseniz.)
2) Savaşa giden yol, bu özel örgütün düzenlediği, Adana, Mersin, Diyarbakır, Ardahan ve en son olarak Suruç’taki katliamlarla açılmış, Erdoğan’ın başkanlık rejimi hayalleri önünde engel olarak gördüğü başta Kürt halkı olmak üzere yakın tarihimizin en büyük demokrasi, barış ve emek bloku hedef alınmıştır. (“Erdoğan’ı başkan yaptırmayacağız!” şeklindeki retorik, seçimlerden önce siyasî iken, şimdilerde bombanın ve namlunun ucunda militarist bir söyleme dönüşmüş bahanelerin başında gelmekte. Bu retorikle hem uluslararası güçlerin, hem “Paralel Yapı”nın, hem sol örgütlerin, hem de şahinlerin desteği sağlanmakta. Oysa örgütün hem yerelde hükümete, Kürtlere ve Müslümanlara, hem de Suriye’nin kuzeyinde Arap ve Türkmenlere tehcir ve savaş politikası uyguladığı bir vakıa. Ve bunun hükümet politikalarıyla -gerçeklikte- zerre ilgisi yok. “Demokrasi, barış ve emek” diye sıfatlanan bloğun ortalığı kan gölüne çevirirken, içeride İslâmî yapıları hedef gösterip gençlerini eylemlere sevkedip, Suriye’de Esed güzellemeleri eşliğinde “canlı bomba kahramanlık hikâyeleri”yle taraftarlarını cüşu huruşa getirmesinin hiçbir bedeli gerektirmeyeceğini düşünmesi ne garip!)
3) IŞİD Suruç’ta yaptığı gibi, demokrasi güçlerini hedef alarak katlederken AKP darbe yönetimi de IŞİD ile ittifakını siyasî soykırım operasyonlarıyla sürdürmektedir. AKP hükümeti, Suruç katliamından birinci dereceden sorumlu olduğu halde katliamı demokrasi güçlerine yönelik saldırıların gerekçesi haline getirmiş, yüzlerce tutuklamayla devam eden operasyon ve infazlarla IŞİD’e karşı aktif mücadele yürüten kesimler hedef alınmıştır. (“IŞİD ile neden savaşılmıyor?” sorusundan “AKP’nin bir darbe yaptığı” söylemine geldik. Yüzde 41 alındığında devlet yönetilemez ama yüzde 13’e ulaşıldığında tehdit ve şantajlarla devlet yönetilemez hale getirebilir, öyle mi? Hem IŞİD ile savaşta hiçbir yardımı kabul etme, “istemem yan cebime” de; hem yapılan yardımları IŞİD’e gidiyormuş gibi göster; hem de karşı taraf saldırdığında bunu hükümete fatura et! Ortak söylemin uzantısı bu tespitler, “IŞİD’i AKP doğurdu!” şeklindeki solcusundan cemaatçisine dile getirilen kara propagandanın sinsi bir versiyonudur sadece.)
4) Toplantı ve gösteri yasakları, basın ve sosyal medya üzerindeki sansür ve benzeri uygulamalar darbenin halkın muhalefetini önlemek üzere aldığı tedbirler arasındadır. (Son yedi ayda 800’ü geçmiş halka ve hükümet güçlerine yönelik saldırılara karşı geç kalmış terörle mücadele tedbirlerine “darbe” denmez. Hele ki bölgenin en büyük terörist faaliyetlerini 4 yıldan fazla bir zamandır sürdüren Esed ve İran güçleriyle -son kertede de ABD ile- bir ittifak halinde olanların kurabilecekleri en son cümle bu olabilir. Gezi, 17-25 Aralık, Reyhanlı, Kobani ancak bir darbeci-temerrüdcü ittifakın eseri olabilirdi ki öyle olduğu ayan beyan ortada artık; o halde “hamama giren terler” atasözünü kullanmanın tam da yeridir! Hem savaş dili kullanıp hem savaşın her türlü yöntemini icraya koyup, hem halkın tüm haklarını vesayet altına alıp hem de demokratik haklardan bahsetmek en hafif tabirle “ahlaksızlıktır!” Seçimi ve sonuçlarını anlamsızlaştırıp, halkların silahlarla tehdit edilip sindirildiği bir vasatta “demokrasi” ve “haklar” sözcüklerini kullanmak, ancak faşizan, ırkçı, vesayetçi temerrüdcülerin Tunus, Mısır ve Suriye’den ödünç aldıkları taktiklerin bir uzantısı olarak görülebilir!)
5) Erdoğan ve özel örgütü, tek parti iktidarının sona ermesiyle yolsuzluk ve cinayetlerinin hesabını vermek zorunda olduklarının bilincindedirler. Sırf iktidarı sürdürmek ve pekiştirmek için sonunda kurtarıcı rolü oynamayı umdukları bir güvenlik krizini binlerce gencimizin yaşamları pahasına kasten yaratmaktadırlar. Kürt siyasal hareketine karşı açılan savaşın anlamı budur. (Gençleri anaların göz yaşları pahasına dağa kaldıran, onları daha hayatının baharında ön cephelere süren, İntifada’dan yana Kürt gençlerine Suriye ve Türkiye’de kan kusturan, bugüne dek verdikleri hiçbir sözü tutmayan; sırf İhvan ve Mursi/Erdoğan karşıtlığı üzerinden Mısır’da halkı ve demokrasiyi katleden Sisi’den yana tavır koyan; barışçıl retoriklerin ardından Washington’dan aldıkları talimatlarla ülkeyi Suriyeleştirme çabası içine giren; her türlü aracı, yalanı, dezenformasyonu meşru görenler ve “Esed ve özel örgütü”nü anti-emperyalizm maskesiyle arkalayıp, emperyalistlerle birlikte harita çizimlerine soyunan bir yapının “yolsuzluk”tan bahsetmesi; sadece yolsuzluğu ABD merkez bankası matbaalarının bastığı banknotlardan ibaret gördüğünün bir yansıması olarak okunabilir. Oysa haksız kazanç ve yolsuzluğun binbir türü vardır ki, onu da Suriye meselesinin başından bu yana naklen yayın izlemekteyiz! Aşağıdaki bildiride “Öcalan’a tecridin kaldırılması”ndan bahsedilmekte. Oysa Dolmabahçe deklarasyonunda böyle bir talep yoktu. Bu tarzda çıta yükseltilerek gerçekten operasyonlara bir cevap mı veriliyor, yoksa zaten alınmış kararlar için “tam da zamanı” mı deniyor? Öyleyse bunu “demokrasi” ile “darbe söylemi” ile “Erdoğan ve özel örgütü” retorikleriyle maskelemenin bir anlamı var mıdır? Mademki darbe yapılmıştır, darbecilerden demokratik talepte bulunmak da neyin nesi? Bu şartlarda “Öcalan’a tecrid kalksın” demek, açıkça “Öcalan’ın mahkûmiyeti devam etsin ki bizler de rolümüzü sonuna dek oynayalım” anlamına gelmez mi?)
İşte hem savaşı körükleyip, hem vesayet ve vekâlete soyunup hem de pişkinlik ve aymazlığı sürdürenlerin “demokratik deklarasyonu”(!):
“Size Savaş Yaptırmayacağız!”
“1) Başta TBMM olmak üzere, siyasetin ve yaşamın her alanında geliştirilen darbe ve savaş politikalarına karşı barış ve demokrasi mücadelesini yükseltme kararlılığındayız.
2) Katliamların, savaşın ve soygunların sorumluların adil ve tarafsız bir yargı önüne çıkarılmasını sağlayacağız.
3) Müstafi Başbakan Davutoğlu’nun yapmamızı istediği tercihi yaptığımızı bildiriyoruz: ‘Size savaş yaptırmayacağız!’
Bütün bu gelişmeler ışığında, ülkeyi savaş ve şiddet sarmalından çıkarmak için, Sayın Öcalan üzerindeki tecridin kaldırılmasını sağlayarak, müzakereleri derhal başlatmak üzere bütün demokrasi güçlerini barış ve demokratik siyaset yolunda seferber olmaya çağırıyoruz.”
Bütün hakaret ve tehditlerden sonra ise hükümetin IŞİD ve PKK operasyonlarına ilişkin “konuşarak her şeyi çözebiliriz(!)” şeklindeki garabet içeren ifadeler de şunlar:
“Konuşarak ve müzakere ile çözülemeyecek hiçbir sorunumuz yoktur. Erdoğan-AKP iktidarının, Kürt halkına yönelik mücadeleyi, IŞİD'le mücadelenin içine sokması asla kabul edilemez. Askerî saldırılar ve bombalamalar, siyasal gözaltı operasyonları ve baskılar bir an önce durdurulmalıdır. Konuşarak ve müzakere ile çözülemeyecek hiçbir sorunumuz yoktur." (Sonuç: Darbecilerle müzakere talep etmek demokrasi, barış ve emek bloğuna yakışır bir üslup olmamış!)