Erzurum Kongresi ve Kemalist Prof. Şerafettin Turan’ın bile isyan ettiği yalanlar

Mustafa Armağan, Erzurum Kongresi etrafında İnkılap Tarihi kitaplarında örülen yalanlara ışık tuttuğu yazısında, Kemalist Prof. Şerafettin Turan’ın bile isyan ettiği ‘olmayan maddeler’e dikkati çekiyor.

Mustafa Armağan’ın Yeni Akit gazetesinde yayımlanan yazısı (25 Temmuz 2021) şöyle:

Mustafa Kemal, Sevr’i Vahdettin’in onaylamadığını ve Meis’i Osmanlının vermediğini yazmış

Tarih belge demektir bir yerde. Belgeler konuşmazsa tarih büsbütün susmasa da kekeler bizde olduğu gibi. 

Bize okutulan tarih yüz yıldır kekelemekte, hakikati terennümde zorlanmaktadır. Çünkü hakiki bir temele dayanmamakta, her defasında hakikati musilaj gibi örtmeye şartlandırılmaktadır. Bu tarih musilajlarından bıktık, usandık. Aradan geçen bir asırdır hakikatin ağzını bantlamaya koşulu yasakçı ortam yüzünden birçok hakikat derinlere kaçmakta, onları tekrar yüzeye çıkarmak için de insan üstü gayretlere ihtiyaç duyulmaktadır.

Velhasıl Türkiye’de tarih, bir türlü tarih olmaya bırakılmamakta, kendi başına bırakırsan ya davulcuya, ya zurnacıya misali başına cins cins gardiyanlar tayin edilmekte, velhasıl tarih bahane edilerek hakikatte siyaset konuşulmaktadır. 

Misal isteriz mi dediniz?

Erzurum Kongresi’nden başlayalım mı?

Ne biliyoruz Erzurum Kongresi hakkında?

İnkılap tarihi kitabını açıyorsunuz, 1 numaralı maddesinde “Vatan bir bütündür, parçalanamaz” diyormuş.

Peki hakikatte var mıymış?

Yokmuş. Aslı şöyleymiş:

Trabzon ve Canik sancağı, Erzurum, Sivas, Diyarbekir, Elaziz, Van, Bitlis ile çevresi birbirinden ve Osmanlıdan ayrılamaz bir bütündür.

Hem daha Misak-ı Milli’nin ilan bile edilmediği 1919 Temmuzunda “vatan” neresidir? Misak-ı Milli’de bile Batum vatana dahildi ama sonuç?

Kemalist Prof. Şerafettin Turan bile isyan etmiş bu olmayan maddelere. Türk Devrim Tarihi adlı kitabının ilk cildinde (Ank., 1991, s. 214-215) ders kitaplarımızda “Erzurum Kongresi kararları” diye geçen maddelerin gerçeğiyle en ufak bir alakası bulunmamaktadır diye yazar ve şunu ekler:

“Mesela ‘Ulusal sınırlar içinde bulunan yurt parçaları bir bütündür; birbirinden ayrılamaz’ ilkesine de, Nutuk’ta geçen ‘manda ve himaye kabul edilemez’ hükmüne de kongre kararları içinde rastlayamıyoruz.”

Başka nelere rastlayamadığımızı merak ettiniz mi? Buyurun o zaman 2. maddeye. Nedense Nutuk’a alınmamış bulunan bu maddeye göre “OSMANLI VATANININ bütünlüğü ve milli istiklalimizin temini ve SALTANAT ve HİLÂFET MAKAMININ KORUNMASI İÇİN kuva-yı milliyeyi işletmek ve millî iradeyi hakim kılmak esastır.”

Demek şu üç esas üzerine kuruluymuş Erzurum Kongresi kararları:

Osmanlı vatanının bütünlüğü,

Milli bağımsızlığımızın sağlanması,

Saltanat ve Hilafet makamlarının korunması.

Bu davaların gerçekleştirilmesi uğruna milli kuvvetler seferber edilecek ve milli irade hakim kılınacakmış. 

Dikkatinizi çekmiş olmalı hilafetin ve saltanatın korunması maddesi. Erzurum Kongresi’nden bahsedilen ünitelerde bunlardan bahsedildiğini hiç okudunuz mu? Okuyamazsınız, çünkü yoktur. Yok edilmiştir daha doğrusu. Oysa rahmetli Fahrettin Kırzıoğlu Türk Tarih Kurumu’na bile yayınlatamadığı (neden yayınlayamadı acaba?) Bütünüyle Erzurum Kongresi adlı muhteşem kitabında tutanaklar ve el yazısı belgelerle ispatladı ki, Erzurum Kongresi’nin derdi Osmanlı Devleti’nin Doğu Anadolu’daki topraklarını ve Saltanat ve Hilafeti korumaktı. Zaten kongrenin başlangıcı için seçilen 23 Temmuz da 2. Meşrutiyetin yıldönümü değil miydi?

Erzurum Kongresi’nin çarpıtılmış tarihini düzelteceğiz inşallah ama peki ya Lozan’ın tarihini? 

O büyük iş azizim. On yıllar alacak külfette zira. 

Ama durun. Hepsini şimdi konuşmayalım ama Kemalist tarih yazımının bizi içine sıkıştırdığı Sevr-Lozan ikileminden bir çıkış yolu olarak farklı bir yol deneyelim ve bizzat Mustafa Kemal Paşa’nın 1921 Haziranında Antalya Mutasarrıflığı vasıtasıyla Erzurum Mebusu Celaleddin Arif Beyefendiye gönderdiği pek az bilinen bir mektubuna uzanalım. Bakalım bize ne şaşırtıcı bilgiler çıkacak içinden. 

Tarih 25 Haziran 1921.

“Türkiye Büyük Millet Meclisi Reisi Mustafa Kemal” imzalı bu ilginç telgraf, Cumhuriyetin kurucusunun Meis adasının bizim olduğunu, dahası, Sevr Antlaşması’nın ne İstanbul hükümeti tarafından onaylandığını ne de TBMM tarafında tanındığını, dolayısıyla Meis adasının “Türkiye topraklarına dahil bulunduğunu”, hatta ve hatta Meis adası halkının askere alınmasına İtalya memurlarının itiraz edemeyeceğini beyan etmekte, velhasıl bir asırdır ezberletilen resmi tarih paradigmasının çatısını çökertmektedir. 

Dikkatlice incelendiğinde Sakarya Meydan Muharebesi öncesinde Sevr’in Osmanlı Devleti tarafından onaylanmadığını bizzat Meclis Başkanı Mustafa Kemal’in dilinden aktaran bu çarpıcı telgrafın nasıl olup da gözden kaçtığını anlamak zor. İşi bilenler açısından zor değil aslında, zira resmi tarihin yerleşik kurgusuna taban tabana aykırı olduğu için gözlerden saklandığını bilen biliyor.

Düşünün, bu mühim telgraf, çekildiği tarihten ancak 71 yıl sonra gün ışığına çıkarılabilmiş. Tam 71 yıl bu, dile kolay… Bilesiniz ki resmi tarihin bekçilerinin rahatı kaçmasın diye sümen altı edilmiş yığınla belgeden sadece biridir elimizde tuttuğumuz.

İlk kez Dr. Cengiz Kürşat tarafından 1997 Eylül’ünde Belgelerle Türk Tarihi Dergisi’nde neşredilen bu telgrafın Atatürk’ün Bütün Eserleri’nin 11. cildindeki halini aşağıya bazı sadeleştirme ve açıklamalarla derc ediyorum (İst., 2003, Kaynak Yay., s. 209):

“Meis Adası’nın kime ait olduğu ciheti hakkında yapılan incelemelerde Balkan Harbi’nin ardından Londra’da yapılan antlaşmada Yunan işgali altındaki adaların mukadderatının belirlenmesi hususu büyük devletlere havale edilmiş ve belirtilen devletler daha sonra Babıali’ye tebliğ ettikleri ortak bir notada sözkonusu adalardan Gökçeada, Bozcaada ve Meis adası müstesna olmak üzere kalanlarının Yunanistan’a terkine karar verildiği bildirilmiş olduğundan Babıali’nin (İstanbul hükümetinin) bu üç adanın Osmanlı hakimiyetinde bırakılması hakkındaki beyanat ve senet akdi sayarak (yani bu üç adayı çantada keklik kabul ederek) diğerleri (yani Yunanistan’a verilen adalar) hakkındaki kararı protesto ettiği bilinmektedir. 1. Dünya Savaşı’nı müteakip İstanbul hükümeti tarafından imza edilen, 122. maddesinde diğer bazı adalarla birlikte Meis Adasının da İtalya’ya terk edildiğini kapsayan Sevr Antlaşması ise ne İstanbul hükümeti tarafından tasdik edilmiş (onaylanmış) ve ne de TBMM hükümeti tanımış olduğundan adı geçen adanın (Meis’in) Türkiye toprakları kısmında olmasının tabii olduğunu ve bu ada ahalisinin askeri hizmete alınmasına İtalya memurlarının itiraz hakkı olamayacağı anlaşılmıştır Efendim.”

Bu telgrafı okuyup da hâlâ yok ‘Sevr’i Osmanlı Devleti/Sultan Vahdettin onaylamıştı’, yok ‘Meis adası Lozan’dan çok önce elden gitmişti’ diye zırvalayanlar çıkarsa kimi tekzip ettiklerini bilerek konuşsunlar. 

Tarih belgedir ve belgeler bir kere konuşursa kuru gürültücülerin ebediyyen susması gerekebilir.     

Yorum Analiz Haberleri

Meşru olanı savunursan karşılığını elbet görürsün!
Türkiye solu neden hala Esed rejimini savunuyor?
Sosyal medyada görünürlük çabası ve dijital nihilizm
İran aparatlarının komik antipropagandalarına vakit ayırmak bile coğrafya için zaman kaybı...
Nasıl ki ilk Müslümanlar tüm zorluklara rağmen direndiyse Gazzeliler de öyle direniyor!