Ertelenmiş Ama Kaçınılmaz Kaza...

Laikçi/Batıcı akım artık sadece bürokratik dar bir kadro hareketi değildir. İki toplumsal sınıfsallık maalesef artık bürokrasiyi aşan manada karşı karşıya getirilmiştir. Bu ertelenen, ama zorunlu bir kazaydı.

Ertelenmiş ama kaçınılmaz kaza...

Markar Esayan / Yeni Şafak

Osmanlı ile başlayan yukarıdan aşağı Batıcılaşmanın, ülkeye 200 yıldır süren bir tarihsel çelişki soktuğunu, bu çelişkinin devlete egemen olan Batıcı/laikçi bürokratik akım ile dindar halkı sürekli karşıtlık içinde tuttuğunu yazdık.

Önce tespitlerimizi özetleyelim...

 

-Kabaca, 1908'den beri darbe süreci kesintisiz devam etmektedir. Şu an sonuncusunu ve en demokratik görünümlüsünü yaşıyoruz.

 

-Batıcı/laikçi akım iktidarı/devleti ele geçirme amaçlı bir dar kadro hareketidir.

 

-Bu nedenle her zaman “paralel” nitelikli olmuştur.

 

-Halka dayanmadığı için gayrimeşrudur.

 

-Gayrimeşru olduğu için, iktidarını, ideolojik tali kavgalar, siyasi iktidarı sivile kapatan kronik sorunlar, halka yüklenen angaryalar üzerinden tahkim eder.

 

-Halk ana soruna odaklanamaz.

 

-Vurucu güçleri aslen askeri değil sivildir. Kolejler elit yetiştirir, bunlar bürokrasi, İstanbul sermayesi, medya, STK'lar ve üniversitelerde istihdam edilir. (Eğitim şart söylemi bunu ima eder.)

 

-Laikçi yaşam biçimi veya devlet ulufesi, son tahlilde çok farklı görünen meşrepleri halka karşı birleştirir.

 

-Devirmeci sol, ülkedeki vesayetin en büyük insan kaynağını oluşturur.

 

-Vesayet halkı tehdit görür.

 

-“Batıcı/laikçi akım laiklerden”, “halkçı akımlar da muhafazakarlardan” oluşur şeklinde değerlendirme, kategorik olmamalıdır.

 

-Laikçi/Batıcı akım devşirme sistemini her sosyolojik kesime uygular.

 

-AK Parti ile gündeme gelen “kutuplaşma”, “otoriterleşme” söylemi, halkçı blokun kafasını karıştırmak, oy blokunu parçalamak içindir.

 

-Bu siyaset mühendisliği kavramlarının Laikçi/Batıcı akımın imtiyaz kaybına gösterdikleri faşist tepki olduğunu görmek hayatidir.

 

-Üst yapı, medyaları üzerinden laikçileri dindarlara karşı kışkırtarak halk karşıtı darbe süreçlerine toplumsallık görüntüsü verirler.

 

-Gezi böyle bir yüklemenin sonucudur. Bunu laikçi CHP tabanının bilmesi beklenmez. İki toplumsal kesim arasındaki yarık derindir ve iyiniyetli, kısa zaman içinde gerçekleşmesi umulan uzlaşmalar tuzaklıdır..

***

Devam edelim ve son dönemin değişen özelliklerine bir bakalım.

3 Kasım 2002'de başlayan süreçte, Menderes, Özal ve Erbakan dönemlerinden farklı olarak çok önemli bir gelişme olmuştur. Bu gelişme, 28 Şubat sürecinde yeşil sermaye, rabıta söylemi ve darbe ile önü kesilmek istenen dindar burjuvazinin doğuşudur.

 

Dindarlar, küreselleşme, teknolojik aktarımın kolaylaşması ve devletle iş yapmanın olanaksızlığı ile dünyaya açılmış ve Anadolu Kaplanları ile artık sermayeye ulaşmıştır. Artık sermayenin yatırımlara dönüşmesi için de önlerini açacak politik bir güç elde etme eğiliminde olmuşlardır.

 

28 Şubat'ın asıl dürtüsü, tabandaki bu sınıfsal oluşumun önünde sonunda meşru/devrimci siyasi bir halk akımını ortaya çıkaracağından hareketle bunu henüz kuluçka döneminde önlemekti.

 

Ancak, dindarların önünü keserken aynı anda devleti de soyup soğana çevirdikleri için aygıt çöktü, devşirme merkez partileri silindi ve AK Parti'nin önü açıldı.

Böylelikle Batıcı/laikçi/bürokrasi, tarihte ilk kez başarısız oluyor, dindar orta sınıf ortaya çıkarken, güçlü bir siyasi liderliğe de sahip oluyordu.

 

-Dindarların sert mücadele veremeyeceği varsayılıyor ve bu dönemin (Erbakan dönemi gibi) kapanacağı varsayılıyordu. Aslında bu doğru bir tespitti. Ama Recep Tayyip Erdoğan bu sert kavgayı verdi. Halk da bu kavganın arkasında durdu.

 

Tüm bu gelişmeler yüzde 4'lük Milli Görüş'ü yüzde 17'ye taşıdı. Yüzde 17'den yüzde 52'ye giden süreç bir liderlik farkıdır.

 

Ancak, devletten beslenmeli Batıcı/laikçi bürokrasi de, İstanbul sermayesi, bürokrasi, üniversiteler, oda, sendika ve medya ile yarattığı istihdam ve yaşam biçimleri üzerinden CHP tabanı kadar bir sınıfsallık yaratmıştı.

 

Dolayısıyla AK Parti ile doğal, meşru ve aşağıdan yukarı evrimsel bir sınıf karşısında, devlet olanakları, yaşam biçimi ve ganimet bölüşümüne bağlı yukarıdan aşağı Batıcı/Laikçi bir sınıflaşma oluşmuştur.

 

Laikçi/Batıcı akım artık sadece bürokratik dar bir kadro hareketi değildir. İki toplumsal sınıfsallık maalesef artık bürokrasiyi aşan manada karşı karşıya getirilmiştir. Bu ertelenen, ama zorunlu bir kazaydı.

 

Gezi'de hükümet bu tarihsel çelişkiyi ya yeteri kadar anlamamış, ya da önemsememişti. Gezi Batıcı/laikçi bir ayaklanma olarak fayları belirginleştirdi ve tahkim etti. Hükümetin krizi daha iyi yönetmiş olmasının sonucu değiştirmeyeceğini, bunun 200 yıllık bir enerji birikmesi sonucu kaçınılmaz bir karşılaşma olduğunu düşünüyorum.

 

Normalleşme adına iki teklif söz konusu. İlki dindarların teslimiyeti, ikincisi ise kavganın bitmiş olduğunu sanmadan devleti dönüştürme sürecini tamamlamak.

 

Her ikisi de tarihin sonu olmayacak. Ama ülkenin, laikçi taban da içinde olmak üzere hayrına olanı ikinci şık.

İki kesim arasındaki tarihsel çelişkinin halli üzerine yazmayı sonraki yazıya bırakayım. Çünkü “öpüşelim barışalım” denerek hallolmayacak hayati bir mesele bu.

Yorum Analiz Haberleri

Meşru olanı savunursan karşılığını elbet görürsün!
Türkiye solu neden hala Esed rejimini savunuyor?
Sosyal medyada görünürlük çabası ve dijital nihilizm
İran aparatlarının komik antipropagandalarına vakit ayırmak bile coğrafya için zaman kaybı...
Nasıl ki ilk Müslümanlar tüm zorluklara rağmen direndiyse Gazzeliler de öyle direniyor!