Röportaj: Yeni Şafak/Nil Gülsüm
17 Aralık operasyonunun etkileri daha uzun süre devam edecek gibi. Yaşanırken sadece bir iktidar mücadelesi veya bazılarınca yolsuzlukla mücadele olarak gösterilen bu operasyonun hukukî ve siyasî boyutları zaman içerisinde daha da aydınlanacak. Elbette hukuk alanında tek güncel sorun 17 Aralık süreci değil. Anayasa Mahkemesi'nin gittikçe artan etkisi ve siyaseti doğrudan etkilemeye dönük kararları da son dönemde öne çıkan gelişmelerden. Bu yüzden bu defa sorularımı, Prof. Dr. Ersan Şen'e yönelttim. Şen ile gerçekleştirdiğim uzun ve hayli geniş röportajın yayımlayabildiğim kısmı bile birçok konuyu ele alması bakımından hayli çarpıcı.
17 Aralık operasyonu ve gerçekleşme biçimi nasıl bir anlam taşıyor?
17 Aralık, o dokunulmaz ve ayrıcalıklı pâyelere sahip özel yetkili mahkemelerin aslında ne olduğunu ortaya koydu. Yıllarca teknik takip yapılıp özel bir zamanlama ile bu ortaya koyuluyorsa ve bununla hükümetin hedef alındığı algısı oluşturuluyorsa, buna hukuk ve yargı denilemez. Gerçekten de Türkiye'de birçok dinleme, arama ve el koyma, tutuklama kararlarına bakıldığında hiçbir somut gerekçe göremezsiniz.
Sürecin 'örgütsel bir güç gösterisi' olduğu yorumu sıklıkla yapılıyor. Sizce ortada bir örgüt var mı?
Ortada örgüt olup olmadığının tespiti, devlet tarafından yapılmalıdır. Ama bir hukukçu olarak ben örgütün tanımını yapabilirim. Örgüt; ayrı hiyerarşisi, ayrı mensupları, ayrı çıkar ve düzeni olan bir topluluktur. Örgüt, 'Bana dokunma. Bu alan benim. Benimle mutabık hareket edersen, bu alanlarda var olabilirsin' der. Bunu söyleyen, ya meşru bir örgüttür ya terör örgütüdür ya da silahlı veya silahsız suç örgütüdür. Aslında bu tür örgütler, devletin kamusal gücünü tanımaz ve kendi adamlarını belli konumlarda güçlendirmek isterler. Örgüt, bir yapılanma ile devlet içinde devlet olmuş ve devlete başkaldırmış, devletten yetki ve yer veya ayrı yönetim şekli istiyorsa, devlet kendi kuruluş felsefesini bozan örgütlerin karşısında durur. Örgütün suç işleyip işlememesi başka, örgütün yasadışı yapılanması başkadır. Yasadışı yapılanmaya müdahale, sadece adli kolluk vasıtasıyla değil, önleyici kollukla da yapılır. Suç örgütünde yer edinip güçlenen kişiler de, örgüt hiyerarşisi doğrultusunda hareket ederler.
SUÇ VARSA TAKİP EDİLİR
Devlet ve örgüt ilişkisinin hukukî çerçevesi nasıldır peki?
Örgüt, aslında iyi bir kavramdır. Ama örgüt bir suç işliyorsa, hukukî davranmıyorsa, devlet bunun peşini takip eder ve hukuk çerçevesinde gereğini yapar. Devlet, kontrolü dışına çıkan ve zararlı olan her gücü ezer. Dünyanın her yerinde devlet, temel yararlara ve millî çıkarlara aykırı hareket edilinceye kadar yapılanmalara müsaade eder. Bu çizgi geçilirse, müdahale gelir.
ALGI OLUŞTURUP İNFAZ YAPTILAR
17 Aralık sadece bir yargı operasyonu değil, aynı zamanda bir algı çalışmasıydı. Neden böyle bir yola başvuruldu?
Savcılık ve emniyet, güçlü durabilmek için medyaya soruşturmaları anlatma derdine düştü. İfadesi alınmayan kişiye sorulacak sorunun basına servisi hukuksuzluktu. Bir algı oluşturulup yargısız infazlar yapıldı. Bazıları bu soruşturmayı hükümetin gitmesi için destekledi. Hiçbir soruşturma, hükümet göndermek için yapılmaz. Esas olarak bu Meclis'in, Cumhurbaşkanının ve nihayetinde milletin işidir. Hükümet yanlış yaptığında bununla mücadele etmenin yolları bellidir. Eğer siz hükümeti göndermek için bu yollara başvurursanız, elbette hükümet de kendini koruyacaktır. Nitekim hükümet koruma yoluna başvurdu. Ancak bu koruma yolu, suçları örtme şeklinde olmamalıdır.
HUKUK İÇİNDE MÜCADELE EDİLSİN
Hukuk bakımından bu soruşturmada eksik olan neydi?
Süreç, olağan yargı dosyası olarak yürümedi. Yürümeyeceği de belliydi. Kimse, klasik bir soruşturmanın yürümesini de beklemedi. Başbakan da bunu anladı, yani hedefin kendisi ve hükümet olduğu sonucuna vardı. Çünkü Başbakan'ı dinleyemezsiniz, bireyin tüm malvarlığına elkoyma kararı alamazsınız, peşin gözaltı kararı veremezsiniz. Deyim yerindeyse 'ortalığı darmadağın edecek' uygulamaların içine giremezsiniz ve kapalı kapılar ardından hükümetin işinin bittiğini de söyleyemezsiniz. Bu bir soruşturma ise, bunun yapılma şekli bellidir. Meselâ, Başbakan'ın ve bakanın dinlenmesi mümkün değildir. 'Paralel yapı' somut olarak ortaya çıkarılmalı ve bununla hukuk içinde mücadele edilmelidir.
SAVCI HÜKÜMET DEVİREMEZ
Yargıda ne tür önlemler alınmalı, nasıl adımlar atılmalı?
Yargı birliği sağlanmalı. Özel-genel olmaz. Yargıda liyakati esas almak gerek. Kimsenin, kendisini devlet adına ayrıcalıklı görmemesi lazım. Hâkimin ve savcının hükümet devirmek gibi bir görevi yoktur. Kamu görevlisi olmak, hukukun üstünde olmak anlamına gelmez.
Bu süreçte çeşitli dinleme kayıtları yayınlandı, parti toplantılarında dinletildi. Bunların hukukî karşılığı nedir?
Saydıklarınızın hepsi suçtur. 'Amaç için her şey mubahtır' diyen yanılır. Türkiye'de üç türlü dinleme var. Birincisi, 'hukuka aykırı' dinlemeler. Bu kesinlikle suçtur. Bu dinlemeleri asla kullanamazsın ve bundan sonuç da çıkaramazsın. TCK Madde 132'ye göre cezası da 2 ilâ 5 yıldır. Yine TCK Madde 133'de, Ceza Muhakemesi Kanunu'nda, Anayasa'da hükümler var. Bugüne kadar, insanların dinlemelere karşı korunmaması, özel hayatlarına saygı gösterilmemesi, bu alanları ihlal edenlerin cezalandırılmaması, devletin açık bir ayıbı ve hatasıdır. Umarım ders almışızdır.
HERKES GİBİ YARGILANIR
CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu yasadışı dinlemeleri kapalı ve açık toplantılarda dinletti. Bundan ötürü yargılanır mı?
Eğer dokunulmazlığı kalkarsa, hakkında fezleke olursa, herkes gibi yargılanacaktır. Sadece onun için değil, bunu yapan herkes için bu kanunlar sözkonusudur.
Diğer dinleme türleri neler?
İkincisi de, 'hukuka uygunmuş gibi görünüp' yapılan dinlemeler. Bir insanın hayatı 1,5-2 yıl mercek altına alınıp inceleniyorsa, bunun adı takipçiliktir. Bu sindirme ve baskıdır. Herkesi Balyoz davasını incelemeye davet ediyorum. İbretlik bir davadır. 2003'deki bir darbe planı, 7 yıl sonra bavulla çıkagelen birisinden öğreniliyor. Ne yapmış bu insanlar 7 yıl? Üçüncüsü de 'hukukî dinlemeler'. Bu dinlemelerden elde edilen veriler delil değil, somut delilleri destekleme vasıtasıdır. İnsanın haberleşme hürriyeti, müdahale edilecek ilk alan değildir. İnsanları telefon dinlemeleriyle yargılayan, onları dava sürecinde aslanlara yem eden bir ülke haline geldik.
KAZANAN DEVLET OLACAK
Bu çatışma nereye varır, nasıl sonuçlanır?
Bu çatışma daha devam edecek. Hiç kimse gücünü kaybetmek istemiyor. Ama benim gördüğüm, kazanan devlet olacak. Umarım çok zarar görmeden bu gerçekleşir. Ancak ilke ve esaslardan hareket etmeyip de, bir taraf 'bana uygun hareket et, istediğini yap'; diğer taraf da 'beni destekleyenleri tasfiye etme' derse bu iş yürümez. Türkiye ne çektiyse bu anlayıştan çekti.
AYM kanunlarüstü değil
Anayasa Mahkemesi'nin Twitter kararını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Devlet esas itibariyle Twitter'a erişimi engelleme konusunda haklı. Çünkü devlet, vatandaşın özel hayatına ve mahremiyetine ilişkin tedbirleri her alanda almak zorundadır. Twitter yer sağlayıcı olarak Türk hukukuna riayet etmek zorundadır. Twitter, yanlış olduğunu düşündüğü kararlara ise Türkiye'de itiraz etmelidir. Eğer Twitter, 'IP adresi vermem ve hukuka aykırı içerikleri de kaldırmam' derse, Devletin müdahale hakkı doğar. Sokakta hukuk nasıl sağlanmak zorunda ise, sanal dünyada da bu gerçekleştirilmek zorundadır. Ama TİB, burada yanlış bir yol izledi.
AYM'nin bu tür bir kararı verme hakkına sahip olup olmadığı çok tartışıldı.
TİB'in kararı sonrası AYM'ye doğrudan gidildi. Bu başvurucular, 15. İdare Mahkemesi'ne giden kişiler değildi. Oysa AYM Kanunu ve Anayasa'nın 148. maddesine göre, iç hukuk yollarını tüketmeden bu Mahkemeye başvuramazsınız. AYM'nin hatası, yürütmeyi durdurma kararının gereğinin yerine getirilmemesi gerekçesini kullanarak karar vermesidir. Oysa ortada, başvurucular tarafından gidilen bir kanun yolu ve etkisizleştirilen bir müessese yoktu. AYM, başvurucuların tüketmesi gereken idari ve adli yolları tüketmesini beklemedi. O zaman idari yargı niçin var? Ben olsam, en azından 30 günlük sürenin dolmasını beklerdim veya başvuruculardan önce idari yargıya gitmelerini isterdim.
Sanal dünyada mahremiyeti ihlal eden pek çok içerik var. Bu tür durumla karşılaşan kişinin takip edeceği yol nedir?
Önce hukuka aykırı içeriğin kaldırılmasını isteyecek. Kaldırılmadığı takdirde hâkim, içerik çıkarılıncaya kadar erişimin toplu engellenmesine karar verir. AYM, devreye giremez. Çünkü AYM, Anayasa'nın ve kanunların üstünde değildir. Anayasa'nın 11. ve 138. maddeleri gereği, tüm hâkimler ve herkes kanunlarla bağlıdır.
Hakimler açıklama yapamaz
AYM Başkanı Haşim Kılıç seçimlerle ilgili bir itiraz olduğunda değerlendireceklerini söyledi. Bunu nasıl anlamalıyız?
Haşim Kılıç'ın bu beyanını, 'Kabul ederiz' şeklinde algılamak lâzım; çünkü Sayın Kılıç da bilir ki, YSK'nın kararları, hoşunuza gitse de, gitmese de kesindir. AYM'nin bu kararları değerlendirmek gibi bir yetkisi yoktur. Aslında hâkimler açıklama yapmaz. Yargı, her eleştiriye cevap vermemeli ve polemiğe girmemelidir. Siz açıklama yaparsanız, siyasetçi bunu kullanır ve siz de o açıklamanın altında kalırsınız. Hâkim, tarafsızlığını bozacak ve temsil ettiği makamın tarafsızlığını tartışılır hale getirecek açıklamalardan kaçınmalıdır. Bunun yanında hakim, hukukun ilkeleri çerçevesinde verdiği kararları da kimseye beğendirmek zorunda değildir.
H. Kılıç siyasetçi değil
AYM Başkanı Kılıç'ın yaptığı açıklamalar, 'siyasete ısınma turları' olarak yorumlanıyor...
Herkesin kendisine göre bir sevdası olabilir. Anayasa Mahkemesi Başkanı sıfatını taşıyan birisi, bağımsızlığına ve tarafsızlığına halel getirebilecek hiçbir açıklama yapamaz, hiçbir duruşun içinde olamaz. Eğer PR çalışması için bu yapılıyorsa, yargı kararlarının altında imzası bulunan hakimler üzerinden bu olmaz. AYM Başkanı, bir siyasetçi gibi davranamaz. Sorumlulukları vardır. Görev ve yetkisi devam eden hakim, Türkiye'nin çok sevdiği sıcak siyasi ortama girmemelidir. Eskiden basın, Genelkurmay Başkanlığı'nı tahrik ederdi. Şimdi aynısı galiba AYM için yapılıyor. Son zamanlarda yargı alanındaki gelişmeleri, yargı yetkisini kısıtlamanın dayanağı da yapmamak gerekir. Hukuk, ekmek ve su gibi herkese lazımdır.
Çok konuşulana bakıyorlar ama ya diğerleri?
AYM'nin son dönemde verdiği kararlarla fazlaca gündeme gelmesi de garip karşılanan durumlar arasında. Özel bir gaye mi güdülüyor?
AYM, medyatik olan davalara yetkisini kullanarak öncelik veriyor. Meselâ, İlker Başbuğ'un ve milletvekillerinin dosyasına, Twitter başvurusuna hızlıca bakıyorlar. Burada milyonları ilgilendiren bir özgürlük meselesi olduğunu söyleyebilirler. Ama medyatik olmayıp ülkenin tamamını ilgilendiren veya aciliyeti olan konularda öncelik eşit gerçekleşmekte midir, buna bakmak lazım. AYM'nin Twitter kararında asıl hatası, başvurucuların idari ve adli iç yolları tüketmeyen, hatta hiç kullanmayan başvurulara göre ve emsal uygulama aramadan karar vermesidir. O zaman herhangi bir kişi mahkumiyet aldığında veya tahliye edilmediğinde itirazını doğrudan AYM'ye yapsın. Bu olmaz, sistemi bozar.