Ermenistan maçı

Ali Bulaç

Futboldan pek hazzetmem, çünkü "futbolun sadece futbol olmadığını" bilirim. Bu seferki farklıydı. Son derece berbat olmasına rağmen maçı zevkle seyrettim. Eleme maçlarında Türkiye'yi Ermenistan'la 'kur'a' ile eşleştiren bir 'irade' olduğunu düşünseydim, bu 'irade'den Erivan maçını (1-1) berabere düzenlemesini dilerdim.

İstanbul'da herkes serbest olsundu, Türkiye İstanbul'da zaten birkaç gol atar. Maçın kalitesi bir yana, tarihî bir olay yaşandı. İtiraf etmek lazım, Sarkozy'nin Şam zirvesinde söylediklerinden mülhem, cumhurbaşkanı Abdullah Gül olan Türkiye "iyi bir iş başardı". Bu, elbette biraz da Abdullah Gül farkıdır. Burada Hakan Albayrak'ın temennisine katılarak "İnşallah en kısa zamanda Abdullah Gül, Kuzey Irak'a da gider" derim.

Gül ve Sarkisyan'ın bir araya gelişlerinin önemli politik, diplomatik, hatta jeostratejik anlamı vardır, olacaktır da. Ama kişisel olarak beni en çok halkların kendilerini, komşularını, ihtilaf halinde olduklarını düşündükleri halkları ve dünyayı algılama biçimleri ilgilendirir. Ermeni halkı bölgenin önemli bir parçasıdır. Osmanlılar boyunca millet-i sadıka olarak yüzyıllarca beraber yaşadık. Onları da bizleri de çıldırtan, bir anomiye sürükleyen en yıkıcı ve tahripkâr ideoloji olan milliyetçilik oldu. Bu hâlâ süren etkisiyle Batı'nın beşeriyetin başına sardığı felakettir. Özcülük yapmak istemem ama, ideolojilerin insanda var olan kan dökücü dürtüleri ya da dayanışmayı, ihtiramı ve bir arada yaşama hukukunu besleyen fonksiyonlar gördüğünü biliyorum. Milliyetçi hiçbir ideoloji barış ve işbirliği içinde yaşamayı öngörmez, aksine hayalî uluslardan hareketle tarihi çatışmaların eksik olmadığı arenadan ibaret görür, yaratılışın anlamını çatışmaya ve hegemonya mücadelesine indirger. Ne zaman ki Osmanlı elitleri ve Ermeniler -diğer etnik gruplar gibi- bu ideolojik hastalığa yakalandılar birbirlerine acımasızca kıydılar.

Azeri-Ermeni savaşının patlak vermesinden kısa bir süre sonra Murat Belge, Esra Koç ve Çağatay Anadol ile Bakü, Tiflis ve Erivan'a uzun sayılabilecek bir gezi düzenledik ve bugün dahi Gül'ün üstünden geçmediği Aras Nehri üzerinden geçtik. Ermenistan ziyareti benim için öğretici oldu. Doğu Anadolu'nun devamı gibi. Halk olarak Ermeniler, mutfak kültürleri, bahçeciliği, şehir nizamı, oturma biçimleri, düğünleri, hatta ağaçlara çaput bağlamalarıyla bizim gibi yaşıyorlar. Türkiye yüzölçümünün yüzde 3'ü olan bu küçük ülke, kendini sıkıştırılmış gibi hissediyor. Gittiğimiz her yerde nezaketle karşılandık. Hrant Dink doğru söylüyordu: "Bizim paranoyamız, onların travması var". Her iki taraf, kendini bir miktar iyileştirmek zorundadır.

Gül'ün bu ziyareti dolayısıyla 1993'te RP milletvekili iken Ermenistan'la ilgili söylediklerini hatırlatanlar var. Hep vicdan sahibi olarak dikkatle okuduğum Kürşat Bumin, bu ucuz suçlamaları haklı olarak eleştirdi. Yazısının bir yerinde şöyle diyor: "Benzer açıklamaları arayıp bulmak zor değil. Sonuç olarak 'siyasal İslam'la henüz doğru dürüst hesaplaşılmamış bir dönemden söz ediyoruz."

Ben ve benim gibi nice Müslüman yazar, keskin virajlar çizmedi. 15 sene önceki Erivan dönüşünde, Türkiye'nin Ermenistan'la ilişki kurması, gümrük kapılarını açması gerektiğini yazdım. Erbakan Hoca'nın o dönemde "Ermenistan'a 100 bin ton buğday satılmasına karşıyız" demesini eleştirdim; İslam hukukunda savaş halinde olunsa dahi, sivillerin açlıkla cezalandırılmasının yasak olduğunu hatırlattım. Gül'ün bugünkü ziyareti benim 15 sene önceki temennimdi. Bizler real politiği göz önüne alarak ideal olana işaret ederiz. Ama kabul etmek lazım ki, 15 sene önce bu ziyaret yapılamazdı, bugün yapılabiliyor ve Gül yaptı da. Bumin, nasıl olur da kolay bir genellemeyle sanki İslamcılar hep bu ilişkiye karşıymış gibi yazabiliyor? Hem Oliver Roy, bugün tümüyle yanlışlanan naif tezinden başka kim "siyasal İslam'la hesaplaşmış"? Neden bizim haberimiz olmadı? Kutsalın dışında ahlak olabileceğini savunan Bumin'e yine de kutsalın içinden bir hatırlatmada bulunmak isterim: İnsaf, dinin yarısıdır.

Zaman gazetesi