İçinde yer aldığımız bir girişim, bir imza kampanyası var gündemde.
İmzaya davet metni şu:
"1915'de Osmanlı Ermenileri'nin maruz kaldığı Büyük Felâket'e duyarsız kalınmasını, bunun inkâr edilmesini vicdanım kabul etmiyor. Bu adaletsizliği reddediyor, kendi payıma Ermeni kardeşlerimin duygu ve acılarını paylaşıyor, onlardan özür diliyorum…"
Destek ne kadar çoksa, tepkiler de o kadar sert…
Bir de metne vurgu açısından karşı çıkanlar var, kişisel özüre itiraz edenler veya bunu az bulanlar var…
1915 nedir, neden özrü gerekir, kişisel özrün anlamı nedir, özür ne ifade eder?
Bu konuları önümüzdeki yazılarda sırasıyla ele alacağız…
İlk yazıda girişimin yarattığı "tartışma boyutu"na değinelim.
İlk kez ortada toplum olarak "yaşadıklarımız"ın dışında "yaşattıklarımız"ı kuşatan bir girişim var.
Bu, önemlidir…
Kim ne nerse desin bu, "toplum üzerinden, toplum eliyle bir yüzleşme girişimi"dir…
Yüzleşmeler bastırılmış belleği su yüzüne çıkarırlar, kimlik ve kişilik oluşturan savunma mekanizmalarını sarsar, derin dalgalanmalar yaratırlar.
Her yüzleşme bir vesile, bir olay, bir durumla başlar.
Ardından onları aşarak, insanın ya da toplumun kendisine dönük derin bir sorgulama haline dönüşür.
Her ne kadar tersini iddia etsek de bu yüzleşme sürecinde tartıştığımız aslında Türk kimliğidir, cumhuriyet dönemi Türk kimliğinin siyasi ve toplumsal açıdan üzerine temellendiği kurucu unsurlardır.
Bu kurucu unsurlar içinde özellikle "ikisi"nin belirleyiciliği yadsınamaz.
Bunlardan birincisi cumhuriyet öncesi yüz-yüz elli yıllık dönemde Kafkasya'dan, Balkanlar'dan milyonlarca Müslüman'ı Anadolu topraklarına iten, mal ve can kayıplarıyla, sefaletle, aşağılanmayla dolu kanlı ve acılı bir göç sürecidir. Diğer bir ifadeyle kitlesel ölümler, devasa bir nüfus hareketi ve malların el değiştirme sürecidir.
İkincisi, ilk unsurun baskısıyla ve milliyetçilik hareketlerinin gölgesinde Anadolu topraklarının türlü araçlarla gayrimüslimlerden arındırılması, servetin Müslümanlara ve Türklere geçmesi sürecidir. Yeni kurulan Balkan devletlerinde Müslümanlardan arınma süreci olarak da karşımıza çıkan aynı dalga dönemin hatta bugünün milliyetçilik anlayışına damga vurmuştur.
Velhasıl cumhuriyet dönemi Türk kimliğine şeklini veren, bu kimliğin tabularını, korkularını, değerlerini ve ruh halini oluşturan cumhuriyet dönemi değildir.
1800'lerden başlayan 1920'lere kadar uzanan cumhuriyet öncesi bu devredir.
Türk toplumu henüz adını tam olarak koymasa da, tartıştığı alanı tam olarak tanımlayamasa da, bu 120 yıllık dönemin Türk ulusal kimliğinin oluşumunda belirleyici bir rol oynadığını fark etmeye başlamıştır. Bugünü anlamak, yeniden kurmak ya da olanı korumak için tarih sayfalarını karıştırmaya başlamıştır.
Bir kimliğin olgunlaşması, rahatlaması, öz güvenin artmasını, evrensel siyasi değerlerle bütünleşmesini sağlayacak en kritik aşama budur.
Bununla birlikte kurucu bir tarihsel dönemin sayfalarını bugüne yönelik ve bugünden hareketle, şu ya da bu düzeyde karıştırmak yüzleşmenin en çıplak, en zor biçimlerinden birisidir.
Nitekim yüzleşmeye çalışanlar ve yüzleşmeyi reddedenler arasındaki gergin hat, yüzleşmeye soyunanların yaşadıkları yırtılma ve gidiş gelişler bugün Türkiye'yi kuşatan milliyetçilik dalgasının ardında yatan ana faktörlerden birisidir.
Korkular ve tabular çağdaş Türk kimliğinin ayrılmaz parçası haline getirildikçe, kimlik sadece savunma mantığı üzerine kuruldukça, otoriter siyasi zihniyet ve yapılanma varlığını fütursuzca ve belli bir meşruiyet dozu etrafında sürdürmektedir.
Tarih ve yüzleşme bizi özgürleştirecektir.
YENİ ŞAFAK