Ermenistan ve Türkiye arasında başlatılan “futbol diplomasisi”nin sonuçlarından herkes ümitli görünüyor. “Tarihi ziyaret”le başlayan süreçte, iki halkın arasındaki anlaşmazlıkların, husumetlerin ortadan kalkması için “tarihi bir fırsat” yakalandığı üzerine hemen herkes hemfikir.
Ermenilerle barışmanın vakti geldiği hatta soykırım iddialaraına gönderme yapılarak Türklerin Ermenilerden özür dilemesi gerektiğini belirterek sorunun çözümleneceğini savunanlar bir hayli var. Tarihle yüzleşmeden tarihin yükünü bir anda atmak mümkünmüş gibi saf temenni de bizim aydınlara mahsus.
Madem olayın tarihi boyutuna ve tarihle yüzleşmeye vurgu yaparak konuyu açtık, Osmanlı, Ermeni ve Rus ilişkileri bağlamında tarihi bir belgeden söze başlayalım. 1853 Osmanlı devletiyle Rusya savaşın eşiğine geldikleri sırada bir Ermeni prensi İngiltere'de yayınlanan The Daily News gazetesinin 17 Haziran 1853 tarihli nüshasında bir bildiri yayınladı. Ermenistan Prensi Leo'nun Ermenilere hitaben bildirisi adeta halifenin cihad çağrısı gibidir (bu metne ulaşmamızı sağlayan dostum Ahmet Güzelce'ye müteşekkirim):
“Aziz kardeşlerim ve sadık hemşerilerim! Arzumuz ve dileğimiz kuzeyin zorbasına karşı vatanınızı ve Sultanınızı kanınızın son damlasına kadar savunmanızdır. Kardeşlerim, açık ya da gizli bir şekilde Türkiye'de Rus kamçısının olmadığını, burnunuzun dahi kanamadığını, kadınlarınızın pazara sürülmediğini hatırdan çıkarmayınız. Kuzeydeki zorbanın idaresinde vahşetten başka bir şey yokken Sultan'ın idaresi altında insanlık vardır. Bu sebeple kendinizi Tanrının isteklerine bırakın ve vatanınızın bağımsızlığı ve mevcut idarecileriniz için savaşın. Evlerinizi barikata dönüştürün, eğer silahınız yoksa mobilyalarınızı kırın ve kendinizi onunla savunun. Tanrı zafere giden yolda size rehberlik etsin. Benim tek mutluluğum sizinle birlikte ülkenize ve inancınıza kastedenlere karşı savaşmak olacaktır. Tanrı Sultan'ın kalbine benim bu isteğimi kabul ettirsin. Kuzeyli zorbanın egemenliğinde bozulacak dinimiz onun yönetiminde bozulmadan kalmaktadır.”
Evet bir Ermeni prensi Rus işgaline karşı Sultanı savunmanın “dinini savunmak” olduğunu ihtar ediyor.
“Geçmişte ne güzel birlikte yaşıyorduk” avuntusuna, anakronizmaya düşmeden geçmişten ders almanın, tarihi hatırlatmanın vaktidir. Ne olmuştu da Ruslara karşı kanlarının son damlasına kadar Sultanı savunan Ermeniler Rus iğvasına kapılıp silaha sarılmıştı? Ne olmuştu da “milleti sadıka” gözüyle bakılan Ermeni tebaanın en azından bir kısmı düşman safına geçmişti?
Savaş ve siyasetin, güç mücadelesinin karanlık yüzünün Ermeni ve Müslümanları karşı karşıya getirdiği muhakkak. İngiliz siyasetinin Ermeni unsurunu tahrik ederek nasıl kullandığını itiraf edecek olan, Ermeni meselesini uluslar arası platforma taşıyan ilk metin olan “Blue Book”un hazırlayıcısı ünlü tarihçi Arnold Toynbee'nin “İngiliz hariciyesinin oynadığı oyunu bilseydim bu kitabı hazırlamazdım” dediğini hatırlatalım.
Asıl dikkat çekilmesi gereken husus Ermenisi Rumuyla, Arabı Kürdüyle onca farklılığı yüzlerce yıl bir arada yaşatan Osmanlı sistemi (pax otomanca) yerine daha evrensel, hümanist olduğu iddiasıyla ortaya çıkan projelerin farklılık karşısındaki tutumudur. İstanbul'un, Anadolu'nun gayrı müslimlerden, farklılıklarından arındırılması tam bir modernleşme projesi olarak ulus devlet operasyonudur. Bu proje korkular üstüne kurulu tek boyutlu, tek tip bir toplum ve insan inşa etmek adına kurgulanan bir travmadır. Anadolu'da bin yıl farklılıklarla bir arada yaşama deneyimini geliştiren dünya görüşünün yani Müslümanlığın karşısına çıkarılan milliyetçilikler, seküler uygulamalar bu coğrafyayı bir anda hatırasız ve hafızasız kılmıştır.
Bu konular az çok ufuk sahibi, vicdan sahibi her okumuş-yazmış için malum gerçekler. Ancak Ermenilerle barışmaktan, özür dilemekten bahsedenlerin en azından önemli kısmının görmezden geldikleri bir husus var. Bu atlanan hususu görmeden Ermenilerle, Rumlarla barışmaktan bahsedilmesi en azından hafif kaçmaktadır.
Modern ulus tecrübesi sadece farklı dini ve etnik kökenleri dışlamakla sınırlı kalmadı. Modern-seküler proje daha derin ve acıtıcı biçimde kendi halkına karşı uygulanan, tüm ağırlığı ile içeriye uygulanan bir paradiğmanın sonucudur.
Kendi halkıyla barışamayan aydınların, seçkinlerin Ermenilerle barışma talepleri gerçekçi olabilir mi? Üniversite kapılarında ikna odaları kuran, geleceğe matuf olarak “inancının gereği gibi örtünmeyeceğine” dair sözleşme imzalatan bir zihniyet, bırakın bir arada yaşamayı, hangi farklılığa 'tahammül' gösterebilir ki?
Bu coğrafyanın sahip olduğu tüm değerler Müslümanlığından dolayı kazanılmış değerler olduğu gerçeğini idrak etmeden ne Ermeni ile ne Kürtle ne Rumla barışmanızın imkansızlığı tarihi tecrübeyle sabittir. İslam medeniyetinin bize kazandırdığı erdemleri terk ettikçe yavanlaşıyor ve de olanca uygarlık söylemine rağmen yabanileşiyoruz.
Dinini korumak için Ruslara karşı Müslümanlarla bir olmayı savunan Ermeninin bilincinden uzaklaşan Ermeniler de Türkler de kaybetmiştir. Ermeni prensinin ulaştığı bilinci idrak edemeyen Türk seçkinleri de ne kendi halkıyla ne de komşularıyla barışabilir.
YENİ ŞAFAK