Kadınların kamusal alana çıktıkları, bireyselleştikleri ve hem iş hayatında hem de siyasette daha yüksek sayılarla var olma arzusunu ifade ettikleri bir değişim sürecinin içindeyiz.
Değişimin asıl ivmesi ise dindar muhafazakâr kesimde yaşanıyor. Ne var ki bu hareketliliğin içindeki kadınlar bile fikri dünyada kişilikli bir duruş sergileme konusunda çekingenler. Onları destekler gözüken erkekler ise hemen her zaman üç maymunu oynuyorlar. Çünkü İslamî kesim halen cemaatçi niteliğini sürdürüyor ve kadın/erkek dengesi bağlamında birçok konu 'düşünülse de söylenemeyenler' kategorisinde yer alıyor. Sanki ortada zımnen kabullenilmiş ve kutsallaştırılmış bir rol paylayışımı ve bunun ürettiği dokunulmaz bir hiyerarşi var... Rejimin ve sistemin demokratlaşmasını isteyen dindarlar, iş kendi hayatlarına dokunduğunda cemaatsal düzenin en yaman savunucularına dönüşebiliyor.
Böylece ortaya ilginç bir durum çıkıyor: Cemaatsal değerleri savunan erkek yazarlar rahatça kalem oynatmayı sürdürürken, başka alanlarda militanca mücadele veren kadınların söz konusu değerler konusunda sesi çok zayıf çıkıyor. Oysa erkekler fazlasıyla cesur! Örneğin 'Eşitlikten pozitif ayrımcılığa' başlıklı köşe yazısını Ali Bulaç şu cümlelerle başlatmıştı: "Kadın-erkek ilişkisinin doğası, erkeğin kavvam vasfının korunmasına ve aile düzeninde ma'ruf ve meşru çerçevede kadının erkeğe itaat etmesine dayanır. Çünkü kadın ile erkek arasındaki ontolojik bağ eşitliği değil, yaratılıştaki çeşitliliği ve bunun zorunlu sonucu olan farklılığı öngörür."
Bu cümleler birçok soruyu ima ediyor: Yaratılıştaki çeşitlilik ve farklılık niçin eşitliğe aykırı bir olgu olsun? Fiziksel açıdan eşit olmamakla, hak ve özgürlükler açısından eşit olmayı bağdaştırmak o kadar zor olmasa gerek. Öte yandan diyelim ki iki cins arasında farklılık var... Buradan hareketle hangi cinsin diğerine itaat etmesi gerektiğini hangi mantığa dayanarak ileri sürebiliriz? Madem eşitlik yok, niye erkek kadına itaat etmesin ki? Demek ki kadının erkeğe itaati için öne sürülebilecek gerekçe mantığın dışına çıkmak, kategorik olmak zorunda... Nitekim söylenmek istenen bunun dinin emri olduğudur. Ne var ki din dediğimiz olgu, değişmeyen ana ilkelerle, zamana göre değişebilen eğilimleri harmanlayan bir anlam dünyasıdır. Bunların hangilerinin zamana bağımlı oldukları ise, bizzat kendileri de zamana bağımlı olan kişilerin yorumuna tabi. İslam dininin de aynen Hıristiyanlık ve Musevilikte olduğu gibi, erkek egemenliğindeki cemaatsal yaşam içinde geliştiği düşünülürse, söz konusu yorumların 'erkeksi' niteliği de öngörülebilir. Dolayısıyla değişmez ilkeler olarak sunulan birçok şey, aslında değişmeyen bir cemaatsal kültürün uzantısı olabilir... Bu durumda dinin gereği sanılan öğeler, belki de sadece kültürün içerdiği zihniyetin gerekli gördüğüdür.
Yazısında Bulaç modernlik öncesini 'insan merkezli' sayarak yüceltirken, modernliği 'erkek merkezli', şu anki durumu da 'kadın merkezli' olarak tanımlamış. Ancak tarih modernlik öncesinin ataerkil dünyasının apaçık bir biçimde erkek merkezli olduğunu söylüyor. Bugün İslamî kesimin erkeklerinin o geçmiş döneme güzelleme yapmaları ise, sanki kadınlar üzerindeki "ma'ruf ve meşru" itaati bugünün dünyasında da sürdürme isteklerini yansıtıyor.
Kadınlara karşı pozitif ayrımcılığa karşı çıkan Bulaç, böylece kadınların hak etmedikleri işlere sahip olacaklarını ve bunun kalite düşüşüne neden olmakla kalmayıp toplumu 'feminist otokrasiye' sürükleyeceğini ileri sürüyor! Ama nedense, şu an kadınlar hak ettikleri işlere ulaşabiliyor mu diye sormuyor. Ayrıca niçin erkeklerin kadınlardan daha kaliteli iş yaptıklarını da söylemiyor. Oysa araştırmalar kadın ve erkeklerin birlikte çalışmalarının verimliliği ve özellikle yaratıcılığı yükselttiğini ortaya koymakta. Bu durum farklı nesiller ve farklı kültürel arka planlar için de geçerli. Yani farklılığın kendisi yaratıcılık için bir itici güç...
Ama Bulaç kadınların iş hayatından uzak durmalarını "ev ve anne merkezli aile yapısının" içinde kalmalarını salık veriyor. Herhalde böylece "ma'ruf ve meşru" bir çerçeve içinde kadının erkeğe itaat ettiği düzeni sürdürmek de doğal hale gelecek. Bulaç'ın böyle düşünmesi yadırgatıcı olmayabilir. Ama bu tür konuların karşılaştığı sessizlik açıklanmaya muhtaç. Merak ediyorum, erkeklerin içinde farklı düşünen hiç mi yok? Ve acaba kadınlar da söz konusu itaat ilişkisinin doğal ve normal olduğunda hemfikirler mi?
ZAMAN