Erivana, Hrantla…

Ali Bayramoğlu

“Ermenilerin ruhsal hayatında, ulusal kimliklerinde Türk unsuru –1915 olayları anlamında- ciddi etkiler doğurmaktadır. Ermeniler 1915'te yaşanan olayların gerçekliğinin farkındadır. Türkiye'nin ya da dünyanın bu olayları tanıması ya da tanımaması bir şeyi değiştirmeyecektir. Dolayısıyla Ermenilerin tek hedefi bu olayları Türkiye'ye ve dünyaya kabul ettirmek olamaz. Bu hatalı yaklaşım artık terk edilmelidir. Ermeni kimliğinin oluşumu bu bağlamda Türk'e bağlı kalmamalıdır…”

Bu satırlar Hrant Dink'in, onu 301.'den mâhkumiyete ve ölüme götüren yazısından alındı.

Aşağıdaki satırlar ise onun Ermeni Sorunu sempozyumunda yaptığı konuşmadan:

“Türkiye demokratikleşmedikçe Ermeniler iyileşemeyecekler. Bunlar ikiz ruhlar gibiler. Biri bir masada operasyon geçirirken öbürü de diğer tarafta onun için acı çekiyor. Bu halde hissediyorlar işte. Ben de bu yüzden "Ermenilerle Türkler birbirleriyle ilişkileri açısından sürekli iki klinik vakadırlar" derim. Biri paranoyasıyla öbürü travmasıyla…”

Evet, biri paranoyasıyla öteki travmasıyla…

Tarihi acılardan süzülmüş, yürekten gelen bir ses ile acıya mesafe koyan bir aklın ürettiği bu tespit değerlidir. Ermenilerin ruh halini resmettiği gibi, kendisini hafızasız kıldığı oranda kırılgan olan Türk kimliğinin iç sıkıntılarını, içe kapanma eğilimlerini de açıklar…

Tarihe cepheden bakmayı bilemeyen, muğlak bir geçmiş nostaljisi içinde kimliğini demokratikleştiremeyen yapıların sık yaşadığı sorunu, Türkiye de 2003-2005 yılları arasında, AB hattında Ermeni Soykırımı tartışmalarıyla yaşadı.

Bu koşullarda üreyen tepkisel ve “şiddeti değer kılan” milliyetçilik kan döktü, can aldı.

2006 sonrası başlayan otoriterleşme eğilimleri besledi ve meşrulaştırdı…

Tarihsel bellek alıştırmaları, kimlik tartışmaları, Türk akademisinin toplumsal, kültürel, insani yönlerini toprağa gömdüğü, Türkiye Cumhuriyeti'nin toplumsal ve siyasal “büyük patlaması”nın yaşandığı 19. yüzyıl meselesi, Hrant'ın çabalarıyla şöyle bir tartışıldı, Türkiye yol alır gibi göründü (muhtemelen aldı da) ama Hrant'ın ölümünden sonra bunların hepsi tekrar rafa kalktı…

Ama tekrar zamanı gelecek…

Türk demokrasi ve kimliğinin olgunlaşması kim ne derse desin bu meselelerin şeffaflaşmasından, tarihle yüzleşmekten geçecek…

Bu tür sonuçları genellikle “karşılaşmalar” üretirler…

Farklı birbirine güvensiz, hatta, öfkeli olanların farklı koşullarda karşılaşması, çatışma kadar tanışma, temas üretir…

Türkiye'nin komşusu Ermenistan'la, Türklerin komşuları Ermenilerle karşılaşması bu açıdan elzemdir…

Hrant bunu öylesine istedi ki, isterdi ki…

Bugüne kadar olmadı…

Karabağ sorunu Türkiye-Ermenistan ilişkilerini kopma noktasına getirdi. Hocalı'da yaşananlar, Azerbaycan faktörü Türkiye'yi komşusu Ermenistan sınır kapılarını kapamaya kadar götürdü.

Türkiye bu yolla sadece Kafkasya'ya açılan kapılardan birisini kapamakla kalmadı, Ermenistan'ı da yalnızlığa itti.

Şimdi bir vesile var…

Cumartesi günü Türkiye ve Ermenistan milli futbol takımları resmi bir maçta karşı karşıya gelecekler.

En önemlisi Abdullah Gül'ün iradesiyle atılan dev adım sonucunda iki ülkenin cumhurbaşkanı maçı birlikte izleyecekler…

Bu, bir başlangıç olmalıdır…

Türkiye sırtındaki “soykırım bagajı”ndan ancak bu sorunun asli muhatabı Ermenistan'la ilişkiler üzerinden kurtulabilir.

Kapısı ve ufku Batı'ya açık bir Ermenistan'ın Türkiye'yle kuracağı yakın ilişkiler Kafkasya'daki barış arayışlarına önemli katkıda bulunur.

Türkiye'nin Avrupa ve Kafkasya arasındaki aracı işlevi değerlenir…

Bu ilk “karşılaşma”yı izlemek üzere bu yazı biter bitmez bir grup gazeteciyle Erivan'a yola çıkıyoruz…

Yanımızda ve yüreğimizde Hrant'ı da götürüyoruz…

YENİ ŞAFAK