Ergenokondan Sarmatyaya..

Abdullah Muradoğlu

Prof. Mümtazer Türköne, "Ergenekon Efsanesi kime ait?" başlıklı yazısında Ergenekon efsanesinin bir safsatadan ibaret olduğunu belirtmiş (22 Şubat, Zaman gazetesi).

Türköne'ye göre bu efsane, 1930'larda ortaya atılan Türk Tarih Tezi'nin sahteliklerinden geriye kalan birkaç izden biridir.

Ergenekon, bir Türk efsanesi olarak Kurtuluş Savaşı sırasında Yakup Kadri tarafından icat edilmiş.

Aslında Ergenekon, Türkler tarafından yenilgiye uğratılan Moğollara ait bir efsaneymiş.

İşin esası, bu tür efsaneler üzerine bir tarih ve bir ulus inşa etmek sadece bize özgü değil sevgili okurlar.

Başka örnekler de var.

***

Siz hiç "Sarmatizm" diye bir şey duymuş muydunuz?

Neal Ascherson'un "Karadeniz" kitabını okuyana kadar ben bile duymamıştım.

Sarmatizm, 16. yüzyıldan itibaren Polonya'nın yönetici soylu sınıfının kendisini dayandırdırdığı bir efsaneden esinlenmiş.

Sarmatlar, İsa'dan önce Karadeniz'in kuzeyinde egemen olan İskitler'i yenerek bölgeye yerleşen ve daha sonra Hunlar tarafından Batı'ya doğru sürülen savaşçı bir Asyalı halk. Farisiler ve Kafkasya'daki Osetler de Sarmat kökenli olarak biliniyor..

Sarmat tipine, sarkık bıyıklarıyla meşhur "Dayanışma" sendikası eski lideri ve Polonya eski cumhurbaşkanı Lech Walesa örnek olarak gösterilir.

Polonyalı soylular işte bu Sarmatların torunları olduklarını iddia etmişler.

Oysa Sarmatizm, Avrupa modasına Polonyalıların verdiği karşılıktan başka bir şey değilmiş..

Çünkü Rönesansta hanedanların klasik bilgilerden çıkarılan şecerelerle övülmesi edebi bir adet halini almıştı.

Ama izleyen yüzyıl içinde "Sarmat miti" kendi başına olağandışı, acayip bir hal almış, önce sarayın resmi miti iken bir sınıfın kitlesel inancı haline gelmiş.

Polonyalı soylu sınıfı Sarmatizm'i Slavlığın da aristokrasi olduğunu ifade etmekle kalmıyor, Rusya'da, Ukrayna'nın Kazak topraklarında, Moldavya'da ve Beserabya'da bulunan 'eski Sarmatya' üstünde tarihi hakkı bulunduğu iddiasını da içeriyormuş..

Ascherson'a göre, onsekizinci yüzyılın sonunda Sarmatizm kendi aptallığının ağırlığı altında ezilmiş.

Sarmatizm çökerken Polonya'yı ve soyluluğun yüzyıllardır uğrunda savaştığı bağımsızlığı da yıkmış.

Sarmatizm aşırı tutucu yurtseverliğinin engellemek istediği sonucu doğurmuştu..

Yani, başta Ruslar olmak üzere yabancıların Polonya'yı yıkmasına ve bağımsızlığını yok etmesine neden olmuştu.

Gerçekten de Polonyalı soylu aileler Anayasal Meşrutiyet'e karşı çıkmakla kalmamış, Ruslarla da işbirliği yapmışlardı.

Sonuç yıkıcı olur, Polonya 123 yıl Avrupa haritasından silinir.

***

Sarmatizm benzeri ideolojilere Ortadoğu'da Baas'çılık, Yahudiler arasında Siyonizm, Yunanlılar arasında Helenizm olarak rastlıyoruz.

Bir efsane ve bu efsaneye inanmaya hazır bir etnik topluluk bulursanız, yeni bir ulus söylemi inşa edebilirsiniz.

Kurmacayla gerçekliğin, efsaneyle tarihin yer değiştirmesi sıkça tanık olduğumuz olgular arasında çünkü.

Son sözü Prof. Marek Karpinski'ye bırakacağım:

"Sarmatya hayali bir ülke-ama bu gerçek onun hepimizin ana yurdu olmasını değiştirmiyor. Biz kendi ülkemizde yabancı biyografilerle casus gibi yaşıyoruz. Yabancı bir kütüğe geçiriliyoruz: 'doğum yeri: Sarmatya.' Ve bu sahtekarlıktan mennunuz."

Aydın Doğan neşeli miydi?

Fehmi Koru'nun ev sahipliğinde Aydın Doğan'ın da onur konuğu olarak katıldığı fasıl gecesine medya büyük ilgi gösterdi. Fasıl gecesinde Aydın Doğan'ın, Maliye'nin kestiği vergi cezasının stresini atıp atmadığı tartışma konusu ediliyor.

Ahmet Hakan geceyi anlattığı yazısında, "Maliye'den cezayı biz mi aldık, yoksa Aydın Bey mi?.." sözleriyle Aydın Bey'in pür neşe haline dikkat çekmiş. Bizim Salih Tuna da, "Ahmet Hakan, Aydın Doğan'a bunu da sorsana" başlıklı bir yazı yazmış.

Aydın Doğan'ın pür neşe olmasından kıllanan Salih kardeşim hangi soruların cevaplanması gerektiğini bir bir sıralamış.

Peki fasıl gecesinde Aydın Doğan fasıl nasıl bir ruh hali içindeymiş?

Bu sorunun cevabını geceye udi olarak katılan Ahmet Rasim Küçükusta Haberx'te anlatmış.

Küçükusta bir taraftan udunu öttürürken diğer yandan da konukları izlermiş meğer..

Aydın Doğan musikinin 'oynak' havalarını seviyormuş ama Uşşak faslının ağır aksak şarkısı 'Kimseler gelmez senin feryadı ateş bağrına /Yandın ey biçare dil yandın melâmet narına' okunurken çok sıkıldığı belli oluyormuş Aydın Bey'in.

'Kadiiifeden kesesiiii" şarkısına katılırken de, pek mutluymuş. Bu şarkı okunurken, "ha şimdi oynamaya kalkacak' diye beklemiş Küçükusta..

Aydın Bey 'Bir sevgi istiyorum' şarkısını coşkuyla terennüm etmiş etmesine ama Samime Sanay'ın 'Ne idi ne oldu halim çektiklerim vebalim' derken hiç de oralı olmamış. "Şarkıyı mı bilmiyor… sözlerine mi gücenip 'münfail' oldu bilemiyorum" diyor Küçükusta.

Her neyse, Aydın Bey'in fasıl gecesi şarkılara göre kah neşeli kah neşesiz geçmiş.

Ertuğrul Özkök'ü bilmem ama kıskananlar çatlasın, Aydın Bey'in geceden ayrılışı muhteşem olmuş, konuklar tarafından kapıya kadar uğurlanmış.

Nazlı Ilıcak ise sessiz sedasız ayrılmadan önce Küçükusta'ya hayranı olduğu Münip Utandı'nın bir şarkısını cep telefonundan dinletmiş.

Ilıcak'ın dinlettiği şarkı şuymuş:

"Tuti-i mucize guyem ne desem laf değil."

Oldu mu şimdi Bekir Coşkun!

Emin Çölaşan Hürriyet'ten kovulunca kankası ve dava arkadaşı Bekir Coşkun da peşinden istifa edecekti.

Böyle bir kahramanlık bekledik, ama hiç de öyle olmadı, Bekir Coşkun kaya gibi yerinde duruyor.

Vatan'dan Sanem Altan'a konuşmuş Bekir Coşkun.

Meğer Bekir Coşkun, Emin Çölaşan'la kanka falan da değilmiş, rakiplermiş.

Hem yazılarına son verilen Emin Çölaşan değil de, Bekir Çoşkun olsaymış durum değişirmiş.

Coşkun'un kovulması Emin Çölaşan'ın umurunda bile olmaz, hatta kılı bile kıpırdamazmış.

"Olur böyle şeyler Bekirciğim, üzülme, herkesin başına gelir" der, bir daha da hiiççç aramazmış.

Buna o kadar inanıyor ki Bekir Coşkun, bizi inandırmak için yemin billah ediyor.

Bu ne sevgi ah, bu ne ızdırap birader, tamam, inandık.

Haklısın, yerinde kal ve kazanılmış cepheyi terk etme sakın.

Senin durumunda Emin Çölaşan da olsa aynısını yapardı.

YENİ ŞAFAK