Ergenekon soruşturmasından ümitle anlatmaya başladığım yakın dönem
'Ergenekon tarihi' dizisinin en heyecanlı bölümlerinden birini bugün yazacağım. Düne kadar üç tane seçilmiş ve parlamentodan onay almış sivil yönetime direnme, Türkiye'nin geleceğine kendi kendine karar verme örneği, 'darbe' anlattım, bugün sıra dördüncü ve gerçekleşmeye en fazla yaklaşan darbeye sıra geldi.
2002 Aralık'ta Kopenhag'da yapılan Avrupa Birliği zirvesine büyük umutlarla giden ama adaylık için 2004 sonuna tarih alan Adalet ve Kalkınma Partisi iktidarı işin kilidinin içeride Kopenhag Kriterleri ile ilgili demokratik reformları yapmak kadar Kıbrıs sorununu çözüm yoluna sokmakta olduğunu görmüştü.
Ve dün de anlattığım gibi 2003 Mart'ındaki büyük Kıbrıs fırsatı, hükümete rağmen kaçırılmış, kaçırtılmıştı. Ocak 2004'te Başbakan Recep Tayyip Erdoğan bizzat ipleri eline aldı, önce Davos'ta kendisiyle gönülsüzce görüşen BM Genel Sekreteri Kofi Annan'a, 'Kıbrıs çözüm planında sizin hakemliğinizi kabul ediyoruz' diyerek büyük ümit verdi. Annan Planı mezardan çıkmış, yeniden görüşme masasına gelmişti. Annan, Kıbrıs'ta tarafları New York'a davet etti.
KKTC Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş, Ankara'nın baskısıyla heyetine seçimi kazanıp Başbakan olmuş olan Mehmet Ali Talat'ı da dahil etmek zorunda kaldı. Ama heyetin geri kalanı bildik eski Denktaş takımıydı. Denktaş bu kez havaalanında iner inmez 'Biz hayır cevabı vermeye geldik' diyemedi, çünkü Ankara'da aradığı desteği bir türlü tam bulamıyordu.
Onlar New York'tayken Ankara'da da garip şeyler oluyordu. İki kuvvet komutanı başta olmak üzere silahlı kuvvetlerin üst kademesi işadamlarından medya patronlarına kadar bir dizi yarı gizli görüşme yürütüyor, neredeyse açık açık 28 Şubatvari bir postmodern darbeye medya ve kamuoyu desteği aranıyordu.
Hatta bazı politikacı eskileri ortada 'İhtilalin başbakanı benim' diye dolaşıyor, daha da ilginci bu iki kuvvet komutanı gerçekten o politikacıyla görüşmüş, ondan bazı taleplerde bulunmuş oluyordu.
New York'taki Denktaş heyeti açısından en kritik şey, Annan'ın hakemliğini kabul etme meselesiydi. İş o noktaya gelene kadar Ankara'dan bir 'bildiri' çıkacağına kesin gözüyle bakıyordu Denktaş ve yakın çevresi. Ankara'dan beklenen bildiri ise bir türlü gelmiyordu. Sonunda Denktaş Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök'ü aradı, aldığı cevap, 'Benim Anayasal olarak yapabileceğim bu kadar' şeklindeydi. Denktaş, iki kuvvet komutanının başarılı olamadığını, Hilmi Özkök'ü aşamadığını anlamıştı, o da yelkenleri suya indirdi.
Bu sırada iki kuvvet komutanını teşvik eden, 28 Şubat gibi değil 12 Eylül gibi doğrudan bir darbeye itekleyen çevreler de yok değildi. Daha önce hazırlanmış olan ve AKP hükümetinin devrilmesini öngören Sarıkız planı yerine doğrudan darbe isteniyordu şimdi. Bir komutanın bir ara hızını alamayıp etrafına 'Tarih beni yazar' dediği de duyulmuştu.
Tam bu karışıklıkların arasında, New York'ta Kıbrıs görüşmeleri bitip İsviçre'nin Bürgenstock kasabası için randevu tarihi beklenirken hükümetin çok önemli bir üyesiyle özel bir görüşme yaptım. Görüştüğüm bakana askeri cepheden gelen dedikoduları aktardığımda o bakan 'Hepsini biliyoruz' dedi, hatta 'Sarıkız' kod adını da kullandı. 'Peki ne yapıyorsunuz?' dediğimde, 'Bekleyin, çok şey olacak' dedi, aradan dört yıl geçti, hâlâ bekliyoruz!
Bugün AKP hakkında açılan kapatma davasıyla Ergenekon soruşturması arasında bir ilişki kuruluyor, hatta ilk günlerde bu ilişkiyi hükümetin bazı üyeleri açıkça telaffuz da etti. Etti ama gerçekte bizim bildiğimiz kadarıyla Ergenekon soruşturması hâlâ daha mesela 2004'teki hareketli günlerin sorumlularına uzanmış değil.
O günlerle ilgili olarak dönemin Deniz Kuvvetleri Komutanı Özden Örnek'e ait olduğu öne sürülen ve önce bir internet sitesinde, sonra gazetelerde ve son olarak da ayrıntılarıyla Nokta dergisinde yayımlanan günlüklerin gerçek olduğunun Ergenekon savcısı tarafından saptandığı söyleniyor. Yani savcı en azından günlüklere sahip ama o dönem bana bilgi veren önemli bakanın bilgilerine hâlâ sahip değil, o yüzden soruşturmanın gerçek darbe girişimine uzanması ihtimali çok yüksek değil.
Kaldı ki yarından sonra da anlatacağım, başka şeyler de oldu Türkiye'de ama hükümet elindeki soruşturma gücünü bu olanlar için hiç kullanmadı bildiğimiz kadarıyla, resmi kurumların kapısından hiç girilmedi. Öyle olunca da Ergenekon soruşturması bir vatansever görünümlü mafya ve kenardaki bazı hevesli aktörler soruşturması olmanın ötesinde bir şey vaat etmiyor şimdilik.
Yani, benim adlandırmamla 'Küçük' Ergenekon soruşturuluyor ama 'Büyük' Ergenekon'a dokunulup dokunulmayacağı hâlâ büyük bir meçhul.
Susurluk'u hatırlayın, bazı tetikçi ve hırsızlar yargılandı, ceza da aldı ama 'büyük plan'ı hazırlayan ve uygulayan, uygulatanlara kimse dokunmadı, dokunmaya teşebbüs dahi edilmedi.
Korkarım Ergenekon'da da aynı yoldayız.
İzninizle dizimize bir gün ara verelim, salıdan itibaren devam edelim.
Radikal gazetesi