Diyorum ki, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı'nın yürüttüğü Ergenekon soruşturması çok partili demokrasi tarihimizin en önemli suç soruşturmalarından biri olmaya aday.
Bu önemli soruşturmayı daha iyi kavramamız için de dünden itibaren bir 'yakın tarih' yazmaya başladım, 2001 ve 2002'de yaşanan iki 'darbe'yi anlattım.
Bunlardan ikincisi, 30 Ağustos 2002 günü, Genelkurmay Başkanlığı'na gelen Hilmi Özkök'ün çalışamaz hale getirilmesi amacıyla yapıldı, Kara Kuvvetleri'ne eski Genelkurmay Başkanı Hüseyin Kıvrıkoğlu'nun teamül dışına çıkmasıyla Aytaç Yalman, Jandarma'ya ise Şener Eruygur komutan oldu.
Ve bu atamalardan kısa bir süre sonra, Kasım 2002'de Adalet ve Kalkınma Partisi seçimi kazanıp tek başına iktidar oldu. Sadece beş yıl önce Türkiye'yi askeri darbenin eşiğine getiren ve 'postmodern darbe'yle iktidardan indirilen siyasal islamcı akım, arada iki siyasi partisi de kapatıldığı halde, tek başına iktidara gelmişti.
Daha seçim gecesi gözler askerdeydi, acaba asker bu işe ne diyecekti? Genelkurmay Başkanı Özkök, 'Seçim sonuçlarına saygı göstermek gerektiği'ni söyleyerek tutumunu açıkladı. Bu açıklamayla birlikte de alt kademelerde ve emekli askerler arasında kazan kaynamaya başladı. Cumhuriyet gazetesinin meşhur 'Genç subaylar tedirgin' manşeti bu ortamda geldi, Emin Çölaşan gibi yazarların Genelkurmay Başkanı'nı 'yumuşak' olmakla eleştiren yazıları bu ortamda geldi.
Genelkurmay Başkanı, sırf bu 'Genç subaylar tedirgin' manşeti için basın toplantısı düzenlemek zorunda kaldı, 'Demokrat bir insanım, bu suç mu?' dedi!
Bu arada yıl 2003 olmuş, ABD Irak'ı işgal için Türkiye'den yardım istemiş, hükümet de onlara yardım vaat etmişti. Bu amaçla hazırlanan izin tezkeresinin Meclis'te oylanmasından bir gün önce Kara Kuvvetleri Komutanı Aytaç Yalman, Milliyet'ten Fikret Bila'ya isminin kullanılmadığı bir demeç verdi ve tezkereyi doğru bulmadığını söyledi. 3 Mart'ta tezkerenin reddinde bu demecin etkili olup olmadığı o gün bugün tartışılıyor.
Sadece bu da değil. O sırada Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Kofi Annan, kendi adıyla anılan Kıbrıs çözüm planını açıklamış, Kıbrıslı tarafları bu plan üzerinde konuşmak için Hollanda'ya Lahey'e davet etmişti.
KKTC Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş Ankara'da Başbakan Abdullah Gül'den, 'Sakın planı kategorik olarak reddetmeyin' diye talimat almış olmasına rağmen daha Lahey'e iner inmez 'Ben buraya Annan'a hayır cevabı vermeye geldim' dedi, görüşmeleri öldürdü. Denktaş bunu söylerken tek başına hareket etmiyordu, Ankara'da güvendiği dağlar vardı, onu teşvik edenler vardı.
Türkiye'nin seçilmiş hükümeti, kendi politikasını uygulayamamış, uygulatamamıştı. Ankara'da birileri devreye girmiş, hükümetin açık talimatını uygulatmamıştı.
Üçüncü darbe buydu!
Bu darbe, Kıbrıs Rum kesiminin bütün adayı temsilen AB üyesi olmasının önünü açtı. Darbeyi planlayıp uygulayanlar açısından Rum kesiminin AB üyeliği bir 'kayıp' değil 'kazanç'tı, böylece Kıbrıs sorunu çözümsüzlüğe mahkûm kalıyor, Türkiye'nin AB'ye tam üyeliği ise neredeyse imkânsız kılınıyordu. Öyle ya, Rumlar Kıbrıs'ta Adanın geri kalanını anlaşarak değil Türklere boyun eğdirerek geri alma, Türkleri azınlık haline getirme hedefleri açısından büyük bir imkân elde edeceklerdi ve Türkiye'yi tavize zorlamak için hep AB içinde veto kartını kullanacaklardı. Türkiye de Kıbrıs'ta 'taviz' veremeyeceği için AB üyeliğinden vazgeçecekti.
Ankara'da hükümet kendi derdine düştüğü, lideri Recep Tayyip Erdoğan'ı Başbakan yapmaya kilitlendiği için ilk dönemde nasıl bir darbeye maruz kaldığını, kendi geleceğine nasıl bir ipotek konduğunu anlayamadı, kavrayamadı.
Sadece kendilerinin değil AB hedefini destekleyen bütün Türk milletinin bir darbeye maruz kaldığını anladıklarında ise daha sonra da yapacakları gibi 'yumuşak' davrandılar, bırakın bir adli soruşturma açmayı siyasi anlamda bile hesap sormadılar, Rauf Denktaş'a bu talimatı verip hükümetin arzusu hilafına davranışında ona arka çıkanları sergilemeye bile kalkışmadılar.
İlginçtir, dördüncü darbe yine Kıbrıs konusunda gelecek veya gelmeye kalkışacaktı. Üstelik bu, uzun yılların en ciddi darbe girişimi olacaktı. Ama bugünlerde esip kükreyen hükümet yine hiçbir şey yapmayacak, demokrasi mücadelesine falan kalkışmayacaktı bile.
Ama izin verirseniz onu da yarın yazayım.
Radikal gazetesi