Danıştay üyelerini kurşuna dizen ve Mustafa Yücel Özbilgin’i öldüren Yılmaz Alparslan’ın Veli Küçük’ün emriyle bu suikastı gerçekleştirdiği iddianamede yer alıyor. Savcılığın tanık ve kanıtlarıyla bunu öne sürmesi ne anlama geliyor?
Öldürülen Danıştay üyesi Mustafa Yücel Özbilgin’in cenazesini hatırlıyor musunuz? Bu cinayet AKP’ye karşı toplumda büyük bir infiale neden olmuştu. Cenaze törenine katılan bakanlar saldırıya uğramıştı. Bu alçakça cinayetin ‘karşı tarafı’ca işlendiği yönünde bir kanaat oluşturulmak istendiği o zaman belliydi.
Özbilgin’in cenazesinin kaldırıldığı gün Hrant Dink’in de aralarında bulunduğu bir grup gazeteci bir seminer için Antalya’daydık. Hrant o cenazenin ardından kayıtlara geçen konuşmasında bunun bir komplo olduğuna dikkat çekmişti: “Şimdi son olaylara baktığım zaman, bunların hiçbirini münferit vakalar olarak görmüyorum. Türkiye’deki o derin mühendisliğin harekete geçip önümüzdeki siyaseti -bu siyasetin içerisinde cumhurbaşkanlığı seçimi var, genel seçimler de var- dizayn ettiğini rahatlıkla söyleyebiliriz... Avrupalı dostlar buradayken şunu söyleyebilirim; önümüzdeki birkaç yıl içerisinde, Türkiye’de belki çok daha hoşumuza gitmeyecek, çok daha sizi şaşırtacak, ‘Türkiye nereye gidiyor?’u çok daha net size sorduracak manzaralarla karşılaşabilirsiniz. Aman şaşırmayın, burası Türkiye ve Türkiye’de hiçbir değişim henüz yukarıdan aşağıya olan yönünü terk etmemiş durumda. Yukarıdan aşağıya değişimin empoze edilme alışkanlığı henüz bitmiş değil”.
***
Hrant, bu konuşmanın yedi ay sonrasında öldürüldü. Danıştay cinayetinin, kendisini ‘Ulusalcı’ diye tanımlayan bazı odaklar tarafından yapıldığı, şimdi mahkemenin önünde ciddi bir iddia olarak duruyor.
Eğer bu böyleyse korkunç bir tabloyla yüz yüzeyiz demektir. ‘Kendine yakın gördüğü’ kişiyi öldürerek toplumu kamplara ayırmaktan daha büyük bir alçaklık düşünebilir mi?
Zaten bu konudaki iddialar birbirine benziyor. Söz konusu olan odaklar, önce Gazi Mahallesi’nde bir Alevi kahvesini taratıyor ve iki kişi ölüyor. Ardından sokağa dökülen kitlelerin üzerine kurşun yağdırıp yine çok sayıda insanı öldürülüyor. Sonra da mahkemeyi Trabzon’a taşıyarak, mağdurların ölülerinin hesabını soracak mecallerini bile bırakılmıyor... Necip Hablemitoğlu’nu öldürüyor ve sonra “şeriatçılar arkadaşımıza kıydılar” diye mitingler düzenleyerek toplumu belli çevrelere karşı yönlendiriyor. Toplumdaki korkuları körüklüyor, şiddeti tırmandırıyor ve sonra bildiğimiz gibi, “kurtarıcı gelsin” beklentisini yükseltiyor...
***
Bütün bunlar aslında Türkiye’nin son 40 yılını yaşayanlar için sürpriz değil. Bir siyasi cinayet işlendiğinde bu siyasi cinayetin devlet içindeki bazı güçlerle ilişkisi olduğunu anlarız, görürüz, ama çaresiz bir şekilde katillerin korunduğuna kollandığına tanık oluruz.
Hrant Dink’in öldürülmesi bir dönüm noktasıydı. Toplumun vicdanı harekete geçmişti. Dünya değişiyordu, Türkiye değişiyordu ve artık bu devletin temizlenmesi gerekiyordu.
***
Ergenekon davası bu siyasi tablo içinde bir anlam ifade ediyor. İddiaların çoğu bizleri sarssa da, yabancı gelmiyor. Ama ilk kez bu kadar açık bir fotoğrafı bir savcılık iddianamesinde görüyoruz.
***
Türkiye, çok uzun süredir gerçekleştirmesi gereken bir hesaplaşma sürecinin başında. Bu iddianame önemli bir delik açtı. Bu iddianamenin içinde hukuken tartışılabilecek, eleştirilebilecek bölümler mutlaka olacaktır. Bunu mahkeme ve kamuoyu değerlendirecek.
Asıl olan, bu hesaplaşmanın başlamasıdır. Devlet içine yuvalanmış ve devlet içinden destek bulan cinayet örgütlenmeleri konusunda bir dönemin sonuna gelinmiş bulunmasıdır.
Eğer toplum hesaplaşmanın arkasında durur, yargı kararlı davranırsa, karanlıkların aydınlanması süreci çok daha yeni aşamalara ulaşabilir.
Her şey yeni başlıyor...
RADİKAL