Ergenekon örgütüyle ilgili iddianame bugün açıklanıyor. Uzun süren soruşturma safhasında kamuoyuna değişik iddialar yansıtıldı. İçeriğine dair yayın yasağı olmasından dolayı detaylı bilgilere ulaşılamadı; ulaşılsa bile yayınlanamadı.
Bugün yeni bir sayfa açılıyor. Bu kritik kavşakta Türkiye, ilk defa kanunlar karşısında cuntacılık ve çetecilikle yüz yüze gelecek.
Ergenekon örgütüne inanılmaz bir destekle sahip çıkanların bu iddianameyi umursayacaklarını sanmıyorum. Çünkü onlarda akla ziyan bir telaş gözleniyor. En şaşırtıcı koruma güdüsü maalesef Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) yetkilileri tarafından ortaya konuluyor. Koskoca CHP, hırçın tavırlarıyla Ergenekoncu bir parti imajı veriyor adeta. Darbe planı yaptığı için gözaltına alınanları Meclis'teki grup toplantılarında alkış yağmuruna boğanlar, bu tuhaf tavırlarıyla "gladyo destekçisi" durumuna düşüyorlar. Çete oluşturmakla suçlanan insanları kahraman ilan etmenin ne anlamı olabilir ki! Adama "Madem parlamenter sisteme bu kadarcık bile itimadın yok; o zaman git cuntacılık oyna!" demezler mi? Elbette bu yargılanan insanlar arasından masum olanlar çıkabilir. Ancak asıl önemli olan darbelere, cuntalara ve her türlü demokrasiye müdahalelere şartsız karşı durmaktır.
Daha vahim olanı, CHP ile bazı gazeteler arasındaki al gülüm ver gülüm paslaşmaları. Mesela CHP Adana Milletvekili Tacidar Seyhan diye bir beyefendi çıkıyor ve hukukçuları hayrete düşürecek (!) bir yorumda bulunuyor ve bazı gazete ve televizyonlar söylenenlerin üstüne sazan gibi atlıyor. Güya soruşturmalar kapsamında el konulan bilgisayar kayıtları delil sayılmazmış, "kayıtlara ya da bilgisayara el konulması durumunda yedeklerinin karşı tarafa verilmesi gerekirmiş, bu Ergenekon soruşturmasında yapılmamış; falan filan..." Yedekleme meselesi doğru da belgenin taraflara dağıtılması üzerine yazılan senaryoları nereden çıkarıyorsun? Bir bilginin sağlam ve belgeli olması ayrı bir konu; onun karşı tarafa verilmesi ayrı bir konu. Üzerinde bir oynama yapılmadığı müddetçe kim itiraz edebilir bilgisayar kayıtlarına? Kaldı ki bilişim suçlarındaki uzman kadrolar en küçük bir ekleme ya da çıkarmayı anında tespit edebiliyor. Ayrıca bahsi geçen belgelerin yekûnu binlerce sayfa tutuyor; kime hangisini teksir edip anında vereceksin? Hele bir de böyle talep yoksa!
Karşımızda pervasız bir örgüt var. O kadar ki Genelkurmay Başkanı Orgeneral Yaşar Büyükanıt'ı ve yakınlarını sıcak takipte tutabiliyor, fişleme metotlarıyla iz sürebiliyorlar. Ülkeyi karıştıracak, kaos ortamı oluşturacak eylemler planlayabiliyorlar. Kurdukları hiyerarşik yapıyla basını yönlendiriyor ve toplumdaki kutuplaşmayı artıracak psikolojik savaş tekniklerine başvurabiliyorlar. Daha ötesi siyasî kaos ortamını sağlamak için bombalamalar, suikastlar tertip edebiliyor; güya sivil toplum hareketi maskesiyle halkı birbirine düşürebiliyorlar. Durum bu kadar vahimken aklı başında gözüken onca insan niçin çete ve cuntaları müdafaa eder?
Ve basın... Bazı yazılanlara bakacak olursanız sanki karşımızda gözünü daldan budaktan esirgemeyen cuntacı bir örgüt değil de, fikir suçundan yargılanan mazlum bir kitle var. Yok böyle bir şey! Bu "mazlum kitle" bir medya patronunu fişlerken "Karanlık Doğan" diye hitap ediyor; bazı medya gruplarının kendi saflarına nasıl kazandırılacağını planlıyor, ikna turlarının işe yaramaması halinde "basının hizaya getirilmesinden" bahsediyor. Bu kadar pervasız bir oluşuma karşı bu kadar sempatik yaklaşmak, medya hakkında vahim soru işaretlerine neden oluyor ve akla hayale gelmedik komplo teorilerinin doğmasına vesile ediliyor. Yazık!
İddianamenin kamuoyuna mal edilmesi bazı iyi niyetli gazetelerin üzerinden çok büyük bir baskıyı da kaldırmış olacak. Bazı bilgiler bazı gazetelerde yer aldığında "Bunları kim sızdırıyor?" diye ortalığı ayağa kaldıranlar, benzer bir bilgiyi kendileri yayınladığında buna "gazetecilik başarısı" diyebiliyordu. Bu da bir çeşit algı oluşturma üzerinden yapılan sansür çalışmasına dönüşüyordu. Hatta kendini zekâ ve dehanın son numunesi sayan birileri, çıkan bir bilgiden yaptığınız alıntıyı bile dillerine dolayarak "önce bazı gazetelerin yayınlamasını bekliyorlar; sonra oradan alarak işi büyütüyorlar" gibi yılışık bir komplo senaryosuna başvuruyordu. "Peki, ne yapalım; yayınlasak bir dert, nakletsek bir dert, hiç görmesek bir dert! Siz ne buyurursunuz?" deseniz söyleyecekleri bir cevap da yok; çünkü maksat algı çarpıtması yapmak ve karşı tarafı baskı altında tutmak. Her neyse! Bu dönem sona eriyor ve Ergenekon davasına dair bilgiler ilk elden kamuoyuna sunuluyor. Şimdi göreceğiz kimin ne kadar yürekli olduğunu ve ne kadar araştırmacı gazeteciliğe önem verdiğini!
Bugünden itibaren ne olacak? Maalesef saflar belirginleşecek. Bazı gazete(ci)ler bazı televizyon(cu)lar, çeteye arka çıkacak ve iddianameyi boşluğa itmek için cımbızlamalar yaparak cambazlığa heveslenecek. Hal böyle olunca da "Acaba Ergenekonculardan çıkan 'eylem planı' mesafe almış mı?" diye sormak zorunda kalacaksınız; çünkü o planın en önemli maddeleri "basını ele geçirmek"ti.
Şu gerçeği unutmamak gerekiyor: Devletin imkânlarından yararlanarak çete kuranlara sıcak bakanlar olsa olsa faşizm özentisi içinde yaşayan küçük ve halktan kopuk bir zümredir. Birileri cuntacılıktan medet umabilir; ancak aslî işi insan hak ve özgürlüklerinin savunmasına dayalı gazetecilik, darbeciliğin de cuntacılığın da yanında yer alamaz. Bir inat, bir korku veya bilinmeyen bir hesap uğruna Ergenekon soruşturmasını savsaklamaya çalışanlar gelecek nesillerin ellerinden yakalarını kurtaramaz. Susurluk çetesi ortaya çıktığında tarihî bir fırsat yakalamıştı Türkiye. Lüzumsuz çıkışlar yüzünden o gün devlet ve millet gladyoyla yüzleşemedi. Bugün Susurluk'tan çok daha derin ve tehlikeli bir örgütle karşı karşıyayız. Bununla yüzleşmemek; hatta daha kötüsü, bunu örtbas etmek için çırpınıp durmak, sadece gazetecilik hatası değil; insanlık suçudur!
ZAMAN