Radikal’in sadece bir pazar ilavesi değil aynı zamanda bu ülkenin şu sıralardaki en geniş fikir platformu olan Radikal İki’sinde başlayan ve dört bir yana, hatta Hürriyet’in haber sayfalarına bile yayılan Ergenekon ve sol tartışmalarını amatör bir ilgiyle kenardan izliyor olsam da, bu tartışmaya girmeyi hiç düşünmüyordum.
Birkaç sebeple: 1. Ben kendimi o manada ‘sol’ tanımı içinde görmüyorum; 2. Tartışan solcuların da beni kendilerine yakın görmediğini biliyorum; 3. Ergenekon’la ilgili tartışmaların ‘sol’ yelpazedeki renkler açısından değerlendirilmeye kalkışılmasını manasız buluyorum; 4. ‘Ergenekon’ derken kimin neyi kastettiğinin bir hayli bulanık olduğunu görüyorum.
Sondan başlayalım...
Ergenekon nedir? Benim kendime göre bir tanımım var, bu köşenin okurları gayet iyi biliyorlar. Ama benim tanımladığım Ergenekon ile İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi’nde başlayacağı günü bekleyen davanın iddianamesinde anlatılan ‘Ergenekon’ aynı şey değil.
Davası açılan ‘Ergenekon’ benim küçümseme amacıyla değil tasnif amacıyla verdiğim isimle ‘Küçük Ergenekon’ bana kalırsa.
Nitekim, dava iddianamesini ve eklerini okuduğunuzda görüyorsunuz ki ortada bir ‘darbe planı’ vs. yok. Olsa olsa, savcının suçlamalarında yer aldığı gibi darbeyi teşvik anlamına gelecek eylem ve söylemler var.
Dolayısıyla açılan davadan hareketle büyük sonuçlar beklemek, ‘Bundan sonra hiçbir şey eskisi gibi olmayacak’ demek pek kolay değil. Bunları söylemeyi umanlar, açılması muhtemel ikinci Ergenekon davasını beklemeli, belki o zaman amaç hasıl olur.
Benim ‘Büyük Ergenekon’ dediğim örgütün bir gün yargılanması söz konusu olursa, yani Türkiye, yakın tarihinin darbe girişimcileriyle hesaplaşma arayışına girerse, buna ancak sevinebilirim. Böyle bir hesaplaşmanın olacağı konusunda pek az umut besleyen biri olarak birkaç söz söylememe izin verin:
1. Mesele, ‘demokrasi’nin özü ile ilgilidir. Ergenekonculuk, en geniş manasıyla halktan korkmanın, halka güvenmemenin, onu koyun yerine koyup gütmeye çalışmanın adıdır. Daha doğrusu bu yöntemlerin 2008 yılında bile hala geçerli olduğuna inanmanın adıdır.
2. Adına ‘solculuk’ denen meslek, bir bakıma daimi kötümserlik ve müzmin muhaliflik mesleğidir, yenilgi almayı hayat tarzı olarak benimsemektir, bu dünyada hiçbir şeyin iyiye gitmeyeceğine inanmaktır. Eğer hiçbir şey iyiye gitmeyecekse, o zaman elbette Türkiye’ye demokrasi de gelmeyecektir, Ergenekon denen şey de zaten bir çeşit saray içi hesaplaşmadır, o halde ‘Yiyin birbirinizi’ demek, olabilecek en Türk usulü geleneksel solcu tavırdır.
3. Ama iyimserlik de mümkündür, çünkü arkamızda bir Avrupa Birliği reform süreci, önümüzde ise tam üyeliğe doğru yürünecek yol var. Ve bu ülkede hiçbir şeyin bizim kendi çabamızla (‘sol’ jargon kullanalım: iç dinamikle) olmayacağına, her şeyin dış baskılarla (yine jargon: dış dinamik) olduğuna inanmak da bir ‘yorgun demokrat’ ve ‘eski solcu’ alışkanlığıdır, kendine ve halkına güvensizliğidir.
4. ‘Şu anda Türkiye’yi AB’ye sürükleyen motorun adı Adalet ve Kalkınma Partisi olduğuna göre onu desteklemek gerekir’ düz mantığı baskın çıkmış görünüyor. Yalnız bu mantıkta da bir sakatlık yok mu: ‘AB motoru’ sayılan Ak Parti, ‘yargı darbesi’ girişimine kadar o motoru durdurmamış mıydı ve şimdi motor eğer çalışacaksa ‘yargı darbesi girişimi’ sayesinde çalışmayacak mı? Diyalektik materyalizm güzel şey!
5. AB’nin resmi tutumuna bakacak olursanız, Türk demokrasisi ‘yeterince iyi’dir; zaten böyle olduğu için ülkemiz tam üyelik müzakerelerine başlayabilmiştir. Yani, bundan sonra AB’den kapsamlı bir demokratikleşme baskısı değil, ‘yeterince iyi’yi ‘tamamen iyi’ye çevirecek bazı siyasi reform istekleri gelecektir. Bu reformların en dişe dokunuru ise askerin sivillerin kontrolünde olmasını öngören düzenlemelerdir. Bu kadarı beni tatmin etmiyor, eski veya hâlâ solcularımızı ediyor mu bilmiyorum?
6. O halde, demokratikleşme konusunda esas inisiyatifin ‘iç dinamik’ten gelmesi gerekecek. Bu da galiba bu topraklarda, eğer olursa tabii, tarihte ilk kez gerçekleşecek.
7. Gerçek demokrasinin yolunun halka güvenmekten ve sizin gibi düşünmeyenlerle hiç değilse asgari müşterekte uzlaşmaktan geçtiğinin umarım farkındayız.
8. Son tartışmaları izlediğimde, Türkiye’deki tepeden inmeci alışkanlıkları izaha ‘Jacobenizm’ kavramının yetmediğini düşünmeye başladım. Bence bizim eski solcu ve hâlâ solcularımız da, bir zamanlar solcu olup şimdi liberalliğe geçenlerimiz de esas olarak Leninistler. ‘Leninist liberal’ veya ‘Leninist demokrat’ nasıl oluyorsa artık... Ve biliyorsunuz iyi bir Leninist hiçbir zaman halka güvenmez!
RADİKAL