28 Şubat post-modern darbe sürecini pekiştirmek üzere devreye sokulan 27 Nisan e-muhtırasına giden yolda Cumhuriyet Gazetesi’nin boğucu bir korku atmosferi havasında işlettiği “Tehlikenin Farkında mısınız?” kampanyası en önemli dönemeçlerden biriydi.
CHP, ÇYDD, ADD, Doğu Perinçek’in başında olduğu Aydınlık, Ulusal Kanal ve İşçi Partisi’nin yanı sıra ülkenin hemen her şehrinde kurulan Kuvvayı Milliye Dernekleri gibi Kemalist örgütler başörtüsü yasağının hiçbir surette gevşetilmemesi, İmam Hatip Liseleri ve Kur’an kurslarının önündeki hiçbir engelin kaldırılmaması gibi pek çok alanlarda tam saha abluka uyguladıkları bir döneme denk gelir bu kampanya.
17-25 Aralık sürecinde iyice belirginleşen ve fakat 15 Temmuz’dan sonra adeta bütün kötülüklerin Fetö’ye fatura edilip Kemalist askeri vesayetin halka karşı işlediği sistematik ağır suçların unutulduğu veya tali problem sayıldığı bir iklim hâkim oldu kamuoyunda. Fetö’nün çok daha ağır saldırılar başlatabileceğine ilişkin yaşanan derin kaygılar, Ergenekon ve Balyoz davaları için, Hükümet cephesini alelacele “kumpas” izahına sarılmaya doğru sürükledi. Öyle ki Anayasa Mahkemesi’nden başlamak üzere yargı tarihinde görülmedik bir çeviklikte istisnasız bütün tutuklu ve hükümlüler için yıldırım hızıyla tahliyeler, beraatlar ve tazminat kararları verildi.
Gerçekten de Tehlike Geçti mi Acaba?
Yeniden yargılama kararıyla evrakta sahtecilik ve gizli tanıklar üzerinden iftiraya maruz kalanları davadan ayıklayarak siyaset ve topluma askeri vesayetin emri altında tutmaya yeminli militan kadro ve örgütlerin yargılama süreçleri devam ettirilmeliydi. “Şimdi zamanı değil, zaten cuntanın yapısını deşifre ettik ve örgütün omurgasını çökerttik” mantığıyla en kolay, en ucuz fakat en riskli yol tercih edildi. Buna mukabil hukuk önünde hesap sorulmasına lüzum görülmeyenler zamanla askeri vesayeti tekrar hâkim kılma yolunda daha hızlı adımlar atmaya başladılar.
Kemalist kadrolar komitacılık ve propaganda meselesinde sadece içinden çıktığı İttihat ve Terakki’den beslenmemiştir. Hassaten Tek Parti döneminde Berlin, Roma ve Moskova’ya gönderdiği uzmanlarla faşist ve komünist merkezlerden ileri düzeyde teknik donanım ve tecrübeler edinmiştir. Haklarını teslim etmek gerekir: Gayrı nizami harp teknikleri, faili meçhul eylemlerle kitleleri mobilize etme yöntemleri ve propagandanın her türünü özellikle kara-propagandayı icra etmekte son derece mahirdirler.
Ergenekon ve Balyoz davaları sürecinde Fethullahçı cuntanın aynı yöntemleri modifiye ederek, yeni sürüm modellerden güç alarak Kemalist kadroları yenilgiye uğrattıkları görüldü. Azgınlıklarına gem vuramayınca Tayyip Erdoğan kayasına çarptılar ve asla hayal bile edemeyecekleri kopkoyu bir zillete mahkûm oldular. Fakat Fetö’ye karşı duyulan haklı öfke ve nefretin ölçüsü kaçınca Kemalist vesayetin aparatları bundan istifade etmek için doğan fırsatları kaçırmadı tabii ki. Kötülük namına her ne varsa içine doldurulabilen ‘Fetö sepeti’, Kemalist vesayetin işlediği bütün cürümleri, gayrı meşru eylemleri, halka karşı girişilen saldırıları temize çıkaran veya anlaşılabilir kılan muazzam bir maymuncuğa dönüşüverdi süratle.
Kemalist kadro ve örgütler yeniden tesis etmeye giriştikleri askeri vesayeti meşrulaştırmak için tıpkı önceden olduğu gibi şimdilerde de Fetö’yle mücadele söylemiyle maskelemeye yelteniyorlar kendilerini. Tam bir asırdır güya irticaya karşı laik Türkiye’yi koruyup kollamak için durumdan vazife çıkaran o meşum, kirli ve zorba teamülleri yine hâkim kılabileceklerini sanıyorlar. Siyaset ve toplumun o rezil, o ceberrut teamüllerini özlediği üzerine hayaller kuruyorlar belli ki. Konjonktür gereği siyasetçiler tarafından sarf edilen rüşvet niteliğindeki kelamları hakikat saydıkları anlaşılıyor.
Kemalist ve sol geleneğin Türkiye’de propaganda, ajitasyon, manipülasyon, dezenformasyona dayalı gazetecilik kültürü bir silsile halinde bugünlere kadar geldi. Basit, çarpıtılmış gerçekleri çok büyük hakikatlere ulaştırılmış gibi sunan tarzın en meşhur örneği Uğur Mumcu ve Uğur Dündar’dı. Araştırmacı gazetecilik diye cilalanıp pazarlanan bu ekolün tipik temsilcilerinden biri de Odatv haberciliğidir.
Tehdit Konseptini Yenileyebilirler mi?
Neden kamuoyunu meşgul eden onca gerilimli yoğunluk arasında bu meseleye temas ediyoruz? Değinip geçelim, detaylarını sonra tekrar tartışmaya açarız yakında. Önceki gün Cumhuriyet Gazetesi ve Odatv yazarı Barış Terkoğlu “Şu F Tipi İslamcılar” başlığıyla bir yazı kaleme alırken Av. Celal Ülgen’e referans vererek bir dizi yalanı ve iftirayı kamuoyuyla paylaştı. Görünüşe bakılırsa Terkoğlu ve Ülgen el ele vererek “Başbuğ'u sanık sandalyesine oturtanlar şimdi nerede?” sorusuna cevap arıyordu. 30 Ekim 2009’da dönemin Genelkurmay Başkanı Org. İlker Başbuğ için Sultanahmet Adliyesi’nde yapılan suç duyurusu merkeze alınmış ve Celal Ülgen tarafından şu sonuca varılmıştı: “Başbuğ hakkında suç duyurusu yapılan dilekçeyi Savcı Zekeriya Öz hazırlamış ve imza için İslamcı camiadan 12 ismi özenle seçmişti.”
Hiç utanmaksızın uydurulan kuyruklu yalanın özeti şöyle: Org. Başbuğ için bizzat Zekeriya Öz bir suç duyurusu dilekçesi yazıyor önce. Sonra 12 ayrı İslamcı kuruluştan 12 ayrı İslamcı ismi şikâyetçi vasfıyla özenle seçiyor. Nihayet Adliye’nin önünde toplanmak üzere harekete geçiriyor. (Adalet İçin Dayanışma platformunun bu girişimi için şu habere bakılabilir: http://www.ozgurder.org/news_detail.php?id=1017)
Peki, Av. Celal Ülgen ve Barış Terkoğlu bu iddiaları için ciddi bir delil ortaya koyuyor mu? Elbette ki hayır. Birtakım varsayımlar ve Genelkurmay Karargâhı’nda görevli birtakım isimler için yapılan suç duyurusunun Ergenekon Davasına bakan Zekeriya Öz’e ulaşıp dosya kapsamına alınmış olması yeter sebep sayılıyor. Ortada makul şüphe üzerine kurulu bir iddia bile yok. Tam aksine insanların haysiyet ve şerefine yönelik bütünüyle çirkin bir yalan ve tiksinti verici bir iftira organize edilmiş. Ülgen bir hukukçu gibi, Terkoğlu bir haberci-gazeteci gibi değil tam tekmil bir kara-propaganda uzmanı gibi çalışıyorlar. Sığ ve çarpık mantıklarıyla Kemalist darbe tehditlerine karşı sürdürülen mücadeleyi en kestirme yoldan Fetö hesabına etiketleyerek parçası oldukları askeri vesayeti aklayabileceklerini hesaplıyorlar.
Daha dün söz konusu yalan ve iftiralarla ördükleri yazıyı dahi Kemalist ideoloji ve kadroların “bin yıl sürecek” diye ilan ettikleri post modern darbe sürecine yapılan mücadeleyi “28 Şubat edebiyatı” olarak savunmaya geçenlerden ne beklenir zaten?! İslamcı insan hakları örgütleri faslını “cihatçıların Suriye’de kestikleri insanların hakkını yok saydılar” iğrençliğine bağlayanların sadece Kemalist vesayeti değil katliamcı Esed/Baas cuntasını da canla başla savundukları aşikâr değil mi? Ortada bir hukuk talebi olsa, Ergenekon ve Balyoz dava sürecinde yaşanan skandalları makul bir biçimde ayıklayıp bütün bir toplum için adalet üzerinde tesis edilen bir sistem inşası yolunda atılacak adımlar olsa, derhal baş göz üstüne diyeceğiz. Üzerimize düşenleri de görev sayacağız. Ne var ki, Kemalist ideoloji ve teamülleri aynı Tek Parti ve Ebedi Şef döneminde olduğu gibi bir deli gömleği misali üzerimize giydirmeye teşebbüs eden utanmaz bir ihtiras dikilmiş karşımıza.
Şahit olduklarımız can sıkıcı olsa da şaşırtıcı değil maalesef. Suçu, suçluları uzakta aramaya hacet yok.
Güçleri yetse gayrı nizami teşkilatları sokağa salacakları, provokatif eylemlerle kitleleri mobilize edecekleri besbelli olan Kemalist kadro ve örgütlere “yerli ve milli yoldaşlar, vatansever çocuklar” muamelesi yapa yapa beslenip büyütüldü bu küstahlık. Fethullahçı Cuntayı “bütün kötülüklerin biricik anası” ilan eden bitimsiz seferberlik ruhu günün sonunda Kemalist Cunta’nın yaklaşık bir asırdır üzerimize çökerttiği karanlık iklimi izah edemeyecek elbette.
İktidar medyasında kalpaklı Mustafa Kemal güzellemeleri yapan zavallı trollerin Kemalist darbe geleneğiyle ne alıp veremediği olacak ki. Tabasbusla şekillenmiş karakterleri sadece ve sadece siyasal iktidarın tehlike olarak gösterdiği unsurlara odaklanmayı gerektiriyor çünkü. İçinde yaşadığımız sistemin darbecilikle inşa edilmiş Kemalist karakterinin nasıl bir boğuculuk ve tehlike arz ettiğini troller nereden, nasıl bilecek?
Cumhuriyet ve Odatv’de üretilen bu gibi haberler İslami çevrelere ve kamuoyuna öncelikli tehditler meselesini müzakere masasından hiç kaldırmamayı telkin etmektedir. 15 Temmuz sonrasında ortaya çıkan Fetö merkezli, Fetö’ye indirgenmiş ve Fetö’yle sınırlandırılmış siyasal yapı değerlendirmesini ilelebet devam ettirmek yanıltıcı ve yanlıştır. İlk aylarda anlaşılır olan bu tavrın sür-git devam ettirilemeyeceği ortadadır. Kemalist, ulusolcu ve milliyetçi çevreler ise mevcut durumun sürdürülmesinin kendileri açısından sistemdeki konumlarının tahkimine yol açtığı için Fetö tehdit ve tehlikesini gerçeklik bağlamından kopartarak Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı, Hükümeti ve kamuoyunu etkilemek için var güçleriyle çalışıyorlar.
Asıl olan salt Fetö’yle mücadele değil başa Kemalist karakterli olanları koyarak cuntacılıkla, halka karşı konuşlanmakla tescilli vesayet odaklarıyla mücadele etmektir. Adaleti, hukuku, tarihi ve toplumsal tecrübeyi hafife alan siyasal iktidarlar yanılır, şaşırır ve de kaybederler.
Yeni Akit