Ergenekon hayal ürünü mü?!

Şahin Alpay

Britanyalı bir gazeteci olan Gareth Jenkins, 20 yıldır İstanbul'da oturuyor ve Türkiye üzerine yazıyor.

Yazılarından edindiğim izlenim, Jenkins'in TSK'nın siyasi rolüne oldukça olumlu bakan, Adalet ve Kalkınma Partisi'nin (AKP) demokratik ilkelere bağlılığından kuşku duyan ve izlediği dış politikanın Türkiye'yi Batı'dan uzaklaştırmakta olduğunu düşünen bir yaklaşıma sahip olduğu.

Türünün en iyi örneği olduğunu değil, ama Jenkins'in biraz Oriyentalist, biraz İslamofobik fikirleri olan, Türkiye'nin laik ve Batılı kalması için rejimin askeri-bürokratik vesayet altında kalması gerektiğine inanan "Batılı Kemalistler" ekolüne dahil olduğunu söyleyebilirim. Son yayını olan "Between Fact and Fantasy: Turkey's Ergenekon Investigation / Gerçek ile Fantezi Arasında: Türkiye'nin Ergenekon Soruşturması" (Ağustos 2009) adlı incelemesinin, "Batılı Kemalist" bakış açısının hakim olduğu bir kuruluş, merkezi Stockholm'de bulunan "Central Asia-Caucasus Institute, Silk Road Studies Program" tarafından yayımlanması da bir tesadüf sayılamaz.

Yukarıda söylediklerim, hiçbir şekilde, Jenkins'in "Ergenekon" soruşturması üzerine eleştirel raporunun ciddiye alınamayacağı anlamına gelmiyor. Sadece, herkes gibi Jenkins'in de siyasi görüş ve değerleri olduğuna, bunlar dikkate alınmadan yazdıkları hakkında yargıya varılamayacağına işaret etmek istiyorum.

Jenkins, ilk iki iddianame üzerine yaptığı incelemede şu iki sonuca varmakta: (1) Soruşturmada anlatıldığı şekliyle Ergenekon örgütü, bir komplo teorisi ürünü. Savcılar, "Ergenekon terör örgütü"nün varlığını kanıtlayabilmiş değiller. "Tutuklananların bir kısmının suç işlediklerine dair deliller varsa da, güçlü laiklik yanlısı ve aşırı milliyetçi görüş sahibi olmaktan başka bir suçları olmayan çoğu sanık bunlarla aynı kefeye konuyor." Örgütün varlığını ispatlama gayreti içinde, hukuk devleti ilkeleri ihlal ediliyor. (2) Soruşturma, "bağımsız bir gerçekleri araştırma komisyonunun kurulup ülkenin yakın tarihinin gerçekleriyle yüzleşme imkanının heba olmasına" yol açtığı gibi, Türkiye'de demokrasi ve hukuk devletinin geleceği hakkında kaygı uyandırıyor.

Jenkins, iddianamelerdeki dağınıklık ve tutarsızlıklara, soruşturma sırasındaki hukuk ihlallerine yönelik eleştirilerinde haklı. Ne var ki soruşturma ve yargılama sona ermeden, "Ergenekon örgütünün bir hayal ürünü olduğu" sonucuna varmakta acele etmesi Jenkins'in, sanıklar ve sempatizanları tarafından üretilen, davanın "hükümetin muhaliflerini korkutmak ve susturmak için uydurulduğuna" dair komplo teorisinin etkisinde kalmış olabileceğini düşündürüyor.

Mahkemelerin, sanıkların meşru hükümetin bir askeri darbeyle devrilmesi için çalıştıklarına dair iddianameleri kabul için yeterli delil bulunduğuna hükmettikleri muhakkak. Jenkins'in incelemesinin yayımlanmasından sonra, 5 Ağustos'ta kabul edilen üçüncü iddianame de ülkede kargaşa yaratmak için onlarca suikast tasarlandığına dair ayrıntılı deliller ortaya koymakta. Ancak kuşku yok ki bir Ergenekon örgütü var mıdır yok mudur, varsa yöneticileri ve üyeleri kimlerdir soruları yargılama süreci sonunda aydınlanacak.

Türkiye'nin siyasi bakımdan kutuplaşmış bir toplum olduğu bir gerçek. Ergenekon davası üzerine tartışmalar da bunun başlıca yansımalarından biri. Ancak Jenkins'in incelemesine baştan aşağı sinen, Türkiye'deki kutuplaşmanın "İslamcılarla laiklik yanlıları, AKP yandaşlarıyla karşıtları, ordu taraftarlarıyla muarızları" arasında olduğuna dair yaklaşım fevkalade yanıltıcı. Kuşku yok ki Türkiye'deki esas bölünme, bir yanda rejimin Kemalizm'in otoriter bir yorumuna bağlı olan askerler ve bürokratların denetiminde kalmasını savunanlar ile liberal demokrasinin yerleşmesini savunanlar arasında. Ve bu bölünmenin toplumun bütün kesimlerini, sivilleri ve askerleri, hatta Kemalistleri bile ikiye ayırdığı söylenebilir. Yirmi yıldır İstanbul'da yaşamakta olan Jenkins'in bunun farkında olmayışı üzücü.

ZAMAN