Bugüne kadar hiç belli etmemişlerdi. Demek ki onların hukuk sevgisi ‘iç’tenmiş; dışa vuramamışlar.
Meğer onlar insan hakları konusunda pek duyarlıymışlar. Meğer adil yargılanma hakkı onlar için ne kadar da önemliymiş.
Ergenekon Davası dolayısıyla sergilenen ‘hukuki titizlik’ göz yaşartıyor. Operasyonlar genişledikçe, yüksek yargıya ve ordu bürokrasisine mensup pek çok kişiden, daha önce kendisinin de pekala ‘yargıya müdahale’ olarak tanımlayacağı türden açıklamalar geliyor. Onlar bir yandan ‘yargıya müdahale edilmemesi’ gerektiğini söylüyorlar, diğer yandan ‘bu kadar saygın insanlar örgüt mensubu olur mu?’, ‘onların ismi ötekilerle yan yana konur mu?’ türünden iddialarla, davanın gidişatını etkilemeye çalışıyorlar.
Açıkça çelişkiye düşmeyi göze alarak veya kendilerini teşhir etme pahasına bunu yapıyorlar.
Onların samimiyetsizliği elbette bizim adil yargılanma hakkını Ergenekon sanıkları dahil, herkes için savunmamıza engel değil. Öncelikle bunu tespit ederek ve samimiyetsizliğin bu süreçte dile getirilen eleştirileri göz ardı etmeyi gerektirmediğini belirterek soralım:
Neden böyle yapıyorlar?
Bugüne kadar onca darbe ve müdahaleye, sanık haklarının tanınmamasına, adil yargılanma hakkının sürekli ayaklar altına alınmasına, 20 bine yakın ‘faili meçhul’ cinayete, yargı mensuplarının toplanarak askerler tarafından irtica tehdidi konusunda ‘bilgilendirilmesine’ ve savcıların ‘uyarılması’ için ‘evinin yanında birkaç bomba patlatıldığı’ türünden itiraflara sahne olan bir ülkede adil yargılanma hakkını savunmayanların şimdi ‘müdafayı hukuk’çu kesilmeleri elbette tesadüf değil. Aynı şekilde, kurbanların hakları konusunda susanların sanıkların hakları konusunda aslan kesilmeleri de ‘ani bir aydınlanma’nın sonucu gibi görünmüyor.
Görünen o ki, Ergenekon Davası’na gösterilen tepkilerin hukuki olmayan gerekçeleri de var. Türkiye’de bürokrasi ve medya içindeki bazı güçler, derin devletin tasfiyesine gidebilecek bir süreci ne pahasına olursa olsun durdurmak istiyorlar.
Bunun da başlıca iki nedeni var görünüyor:
İlki, tıpkı Batılı ülkelerdeki Gladio veya GAL gibi örgütlerin tasfiyesi sürecindeki bir kısım bürokrasi ve medya tepkisi gibi, Türkiye’de de devlet içindeki yasa dışı oluşumların içinde yer alanlar, doğal olarak süreci durdurmak, operasyonun derinleşmesi durumunda kendilerine de uzanacak olan eli baştan kesmek istiyorlar. Türkiye’deki egemenlik ilişkisinde basının rolünü bilenler, onun derin devlet bağlantılarını veya derin operasyonların yürütülmesindeki işlevini bilenler, bazı gazete ve TV’lerin Ergenekon konusundaki septisizminin hukuki olmayan nedenlerini de anlayabilirler.
İkincisi ise daha çok bize, bazı aydınlarımıza ve gazetecilerimize özgü bir durum. Türkiye’de bazı çevreler, siyasi tarafgirlikleri, nefretleri veya dini önyargıları nedeniyle, Ergenekon’un ‘bu siyasi aktörün’ eliyle tasfiye edilmesindense kötülüğün sürmesine razı görünüyorlar. Bu yüzden davayı önemsiz göstermeye, onun ciddiyetini aşındırmaya, dava sürecindeki hataları abartmaya ve böylece kamunun duyarlılığını törpülemeye çalışıyorlar. Bu yüzden, bir yandan kurbanlar için ağıt yakarken, diğer yandan ‘hangimiz masumuz ki Ergenekon’u suçlayalım?’ türünden ahlak dışı savruluşlar sergileyebiliyorlar.
Sonuçta, ülke için çok önemli bir dönemeci ifade edebilecek, kısmi de olsa bir arınma sağlayabilecek bir dava, bir yönüyle bilinçli, diğer yönüyle refleksif, ama sonuçta güçlü bir tepkiyle karşı karşıya bulunuyor.
Sevindirici olan, bütün bu tepkilere rağmen, adaletten ve hukuktan yana olan güçleri de şaşırtacak ölçüdeki bir sebatla, sürecin devam ediyor olması.
Hayat hepimize farklı roller biçiyor. Kimileri adaletin üstünü örtmeye, kimileri açmaya çalışıyor. Bu olayda bize düşen, Müesses Nizam’ın derin unsurlarının direnişine rağmen, yine onun hukukunun işlemesini sağlamak.
Bunun içinde, adaletin tahakkukunu hukukun dilini kullanarak engellemeye çalışanların eleştirisi de var.
STAR