İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı'nın hazırladığı Ergenekon Davası iddianamesi mahkeme tarafından kabul edildi. 20 Ekim'de davanın görülmesine başlanacak.
Bu aşamadan sonra özellikle medyada "hukuki zemin"de değil, fakat "hukuk üzerinden" büyük bir mücadelenin başlayacağını söyleyebiliriz. Esasında konunun gündeme geldiği ilk günden beri zaten bu yönde bir mücadele vardı, şimdi şekil ve yöntem değiştirerek söz konusu mücadeleye devam edilecek.
Malum medya, bugüne kadar bu olayı görmezlikten geldi, suçlamaları, ortaya çıkan iddiaları, yazılıp çizilen vahim bilgi ve haberleri elinden geldiği kadar küçülttü. Ama artık mızrak çuvala sığacak gibi değil, görmemesi sadece kendi aleyhine olacak, zaten etrafında bulunan şüpheleri daha da artırmış olacak. Malum medya davayı görmezlikten gelmeyeceğine göre, başka yol ve yöntemlere başvurması tabiidir.
Dosyanın açıklanmasından sonra ilk itiraz, söz konusu iddianamenin "soyut" düşünce ve suçlamalardan ibaret olduğu yönünde oldu. Bu itirazı kamuoyunda ün yapmış olan bazı hukukçuların yapmış olması dikkat çekicidir. Mesela, Ergenekon davasında ağır suçlamalara maruz kalan emekli asker ve şahıslarla bir toplantıya katıldığı görüntülü haberlerden anlaşılan emekli bir Yargıtay başsavcısı bunlardan biridir, bu emekli savcıya göre Türkiye, "faşist bir döneme girmiş" bulunmaktadır. Aynı görüntülü haberde 2007 seçimlerinde küsurat dahi oy alamayan tek şahıslı bir parti lideri, halen büyük bir televizyon kanalında ana haber bültenini sunan kıdemli bir gazeteciye ödül vermektedir. Bu ödül töreninde şu anda aynı davadan tutuklu bulunan bir başka gazeteci yaptığı konuşmada aynen şu cümleleri kullanmaktadır: "Bugün kurşuna dizilmesi gereken bazı şahıslar ortalıklarda cirit atmaktadırlar." Böyle bir toplantıya emekli bir Yargıtay başsavcısının, bir parti liderinin ve kıdemli bir gazetecinin katılması tabii ki hukuken suç değil, ama acaba normal mi, diye insan sormaktan kendini alamıyor. Ve tabii bu zatların davaya itirazları ne kadar inandırıcı!
Savcının iddiasına göre suçlamalar "soyut" değil. Mahkemeye sunulmak üzere hazırlanan dosyada yer alan suçlamaları üç ana başlık altında toplamak mümkün: İlki, ortada bir "yapılanma" var. İkincisi, adına "Ergenekon" denilen yasa dışı yapılanmanın hedeflediği bir gaye var ve bunun için büyük bir hazırlık içine girmiş bulunmaktadır: Toplantılar, plan ve programlar, belli bir hiyerarşi veya emir komuta zinciri içinde işbölümü, eylem tasarıları ve takvim söz konusu. Bununla ilgili olarak hükümeti çalışamaz hale getirmek, halkı hükümete karşı isyana teşvik etmek ve belki de bir darbe ortamının hazırlanmasına çalışmak. Üçüncüsü, "eylem". Bu kapsamda Danıştay'a ve Cumhuriyet Gazetesi'ne düzenlenen saldırılar, Ümraniye ve Eskişehir'de ele geçirilen bombalar zikrediliyor.
Bunlar kadar önemli 1990'lardan bu yana işlenen bazı önemli suikast ve faili meçhul cinayetler bu dava ile ilişkilendiriliyor. 1995'te hepimizi dehşet içinde bırakan Gazi olayları dosya içinde yer alıyor. Örgütün TSK içinde yapılanma içinde olduğu yazılıyor. Danıştay'dan sonra Yargıtay'ın bazı üyelerine, birtakım gazetecilere, DTP'den ismi öne çıkmış üç siyasetçiye, hatta bir ay sonra emekliye ayrılacak olan Genelkurmay Başkanı'na dahi suikastlar düzenlenmek istendiği iddia ediliyor. Dahası, neredeyse kangrenleşmekte olan Kürt meselesinde söz konusu yapılanmanın şu veya bu düzeyde etki sahibi olduğu da dosyada yer alıyor.
Tabii ki "iddia müddeiye aittir". Adil bir yargılama ile mahkeme suç tespit edip karar vermedikçe tutuklu, tutuksuz ve şüphelilerin hepsi sadece birer "sanık"tır, yani şu anda halen masumdur, yalnızca zan altındadırlar. Bu böyledir. Bu hukukun altın kuralını hiçbir şekilde çiğneyip şahısların temel haklarını, itibarlarını, aile şereflerini çiğnememek lazımdır. Diğer yandan suçlamaları, yani iddianameyi de ciddiye alıp muhakeme sürecini beklemeliyiz. Çünkü ortada vahim suçlamalar vardır, değil hepsi, onda biri dahi doğru çıksa insanın kanını donduracak mahiyettedir.
ZAMAN