Bir siyasi spekülasyon konusu var, bugünlerde pek revaçta olan: Adalet ve Kalkınma Partisi aleyhindeki kapatma davası ile Ergenekon terör örgütüne karşı yürütülen soruşturma arasında ilişki kuran, bir anlamda Ergenekon’u kapatma davasının rövanşı, kapatma davasını ise Ergenekon’un bir eylemi olarak gören.
Hoş, kapatma davasını Ergenekon’un eylemi, onun giriştiği bir ‘yargı darbesi’ olarak görenler, Ergenekon soruşturmasının bir ‘rövanş’ olduğu kanısında değiller.
Ama bunun tam tersi de geçerli: Ergenekon’un kapatma davasının rövanşı olduğunu düşünenler de kapatma davasıyla Ergenekon arasında bir ilişki kurmuyorlar.
Karşılıklı görüşler ve daha da önemlisi iki rakip siyasi kampın ‘algılaması’ böyle olunca geriye çok fazla bir şey kalmıyor aslında. Yani, bu çatışmalı ortamda algılanan şey gerçeğin yerine geçiyor ve gerçeği aramak da artık çok anlamlı değil.
Fakat yine de ben, Ergenekon soruşturmasının kronolojik seyrine bakmanın yararlı olduğunu, bu alanda gerçeği aramaya çalışmanın da tarihe düşülmüş bir not yerine
geçeceğini düşünenlerdenim.
2006 Mayıs ayında Alparslan Arslan, Danıştay’da katliam girişiminde bulunduktan hemen sonra, Başbakan Yardımcısı sıfatıyla Abdullah Gül, Emniyet ve MİT’ten kendisine bu saldırıyla ilgili bilgi sunmalarını istedi.
Kısa süre sonra iki kuruluş art arda gelerek Gül’e birer brifing verdiler. Bu brifinglerde Emniyet Genel Müdürü bir de ilişkiler şeması gösterdi Gül’e. Bu şema, aynı zamanda Ergenekon’un ‘çete’ tarafını oluşturan, silahlı-külahlı işlere karışanların şemasıydı.
Aslında Abdullah Gül çok kararlıydı, ‘Haydi’ dedi, ‘Bana anlattığınızı delillendirip savcıya da anlatın, hepsi yakalansın, yargılansın.’
Bu açık talimata rağmen poliste işler umulduğu kadar hızlı gitmedi. Danıştay saldırganının dahi Ergenekon’la ilişkisini kurmayı başaramadı polis ve savcılık.
O dönemde ortaya çıkan/çıkartılan kimi çeteler de doğru dürüst soruşturulmadı. Üstlerindeki defterlerden Başbakan’ın evinin krokileri çıkan kişiler bile beraat etti.
Ne polis yeterince iyiydi ne de savcılar bu işleri araştırmaya hevesli. Hükümet de
yeterince takipçi değildi.
Sonra nasıl olduysa bir ihbar üzerine İstanbul Ümraniye’de bir evde bombalar ve silahlar bulundu. Silahlarla ilgili ortaya çıkan isimler hep tanıdıktı; Danıştay saldırısı sonrası gözaltına alınıp bırakılan bazı isimler yani.
O dönemde, Murat Yetkin’le birlikte Ankara’da çok önemli bir güvenlik yetkilisiyle sohbet ediyorduk, o yetkili bize ‘Savcı bulunamıyor’ dedi, ‘Elde pek çok şey var ama savcılar soruşturmaktan çekiniyor.’
Nasıl olduysa İstanbul’da Zekeriya Öz isimli bir savcı bulundu. Ve o savcı, neredeyse kimseden yardım almadan, polisin de aslında tam desteğine sahip olmadan
soruşturmasına başladı.
Herhalde en başta basit bir çete/terör örgütü soruşturması yaptığını düşünüyordu ama zaman geçtikçe işin boyutunu daha fazla gördü, bütün bunların 2003 sonu 2004 başında yaşanan darbe girişimleriyle bağını keşfetti.
Oysa hükümet daha o tarihte bu girişimlerden haberdardı. Acaba bu bilgiler Savcı Zekeriya Öz’e aktarıldı mı? Hiç sanmıyorum. Çünkü daha o zaman da hükümet o bilgileri delillendirmek ve derinleştirmek için herhangi bir soruşturma falan açmamıştı.
Sanıyorum Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Ergenekon soruşturmasının önemini en çok 27 Nisan muhtırasından sonra anladı. Soruşturmanın yavaş gittiğini de gördü.
Bence Abdülkadir Aksu’nun İçişleri Bakanlığı koltuğunu kaybetmesiyle Ergenekon arasında bir bağlantı var. Hayır, Aksu’nun bu örgüte dahil olduğunu veya yakın olduğunu söylemiyorum ama Başbakan Erdoğan soruşturmanın hızlanması ve polisin savcıya daha fazla destek vermesi için Beşir Atalay’ın bakanlığını daha fazla tercih etti sanırım.
Gerçekten de Savcı Zekeriya Öz’e akan bilgi miktarı yeni hükümet döneminde arttı. Ama yine de hükümetin gerçek anlamda bir desteğinden söz etmek kolay değildi. Savcı Öz, çok az şeyi başkalarıyla paylaşıyordu, çok ketum ve dikkatliydi. Bu benim tahminim ama Savcı Öz bence hükümete de güvenmiyordu esas olarak, çünkü Şemdinli davasının savcısı Ferhat Sarıkaya’nın başına gelenleri unutmuyordu.
Her neyse, parti olarak AKP’nin Ergenekon soruşturmasını 15 Mart 2008’de kapatma davasının açılmasıyla birlikte sahiplendiğini söyleyebiliriz. Ama bu da slogan düzeyinde bir sahiplenme.
Ve zaten bu sahiplenme yüzünden bugün rövanş tartışmalarını yapıyoruz, daha doğrusu kendimize göre bir inanç sahibiyiz!
RADİKAL