Erdoğan'ın Talihsiz Mavi Marmara Beyanı ve Fırsatçı Fitneciler

Hakan Albayrak, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Mavi Marmara’yı organize eden İHH’ya hitaben “Siz kalkıp da Türkiye’den böyle bir insani yardımı götürmek için günün başbakanına mı sordunuz?” sözlerini değerlendiriyor.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Mavi Marmara’yı organize eden İHH’ya hitaben “Siz kalkıp da Türkiye’den böyle bir insani yardımı götürmek için günün başbakanına mı sordunuz?” sözlerini Karar’daki köşesine taşıyan Mavi Marmara gazisi Hakan Albayrak, bu talihsiz beyanların yanı sıra birilerinin Erdoğan’ın beyanlarından cesaret alarak İHH’ya karşı giriştiği çirkin propagandayı analiz ediyor.

Esef / Hakan Albayrak / Karar

Bu da oldu. Cumhurbaşkanı Erdoğan, İHH ve Mavi Marmara’ya amiyane tabirle ‘laf çaktı’. Beştepe’deki bir iftar davetinde yaptığı konuşmada aynen şöyle dedi: “Siz kalkıp da Türkiye’den böyle bir insani yardımı götürmek için günün başbakanına mı sordunuz? Biz zaten oraya gerekli yardımı, Gazze’ye bugüne kadar hep yaptık, yapıyoruz. Filistin’e yaptık, yapıyoruz. Bunları da yaparken bir yerlere gövde gösterisi olsun diye değil, her şeyi uluslararası diplomasi neyse bu diplomasi içinde yaptık; yapıyoruz, yapacağız. Bunları davul zurna çalarak değil edebi adabı içinde yaptık, yapıyoruz.”

Demek ki Erdoğan’a göre Mavi Marmara öncülüğündeki “Gazze’ye Özgürlük Filosu” inisiyatifi lüzumsuz ve de edepsiz bir gövde gösterisinden ibaretti.

O yöndeki ifadelerinden ötürü Cumhurbaşkanımıza teessüf etmeden evvel, bir hususu açıklığa kavuşturmak isterim:

Gazze’ye belirli malzemelerden başka malzemelerin gönderilmemesine ambargo, Gazze’ye giriş çıkışlar engellenerek bölge halkının felç edilmesine ise abluka diyoruz. İkisi irtibatlı, ama aynı şey değil. Mavi Marmara projesine başından beri karşı olan hükümet, ambargonun hafifletilmesi üzerinde durarak, “Biz İsrail’le anlaştık. İsrail’in Aşdot limanı üzerinden Gazze’ye şu şu yardımları göndereceğiz. Mavi Marmara’ya, Özgürlük Filosu’na gerek yok. Ortalığı karıştırmamak lazım” diyordu. Benim de aralarında bulunduğum ‘edepsizler’ ise şunu savunuyordu: “Bizim vurgumuz ablukaya. Gazze, İsrail toprağı değil. İsrail’in işgali altında da değil. 2005’te Gazze’den çekildi İsrail; orayla ilişiğini kesti. Sonra, 2007’de, Gazze’den İsrail’e yönelik herhangi bir askerî eylem de yokken, sırf Gazze halkını bezdirip HAMAS’a karşı ayaklandırmak için bölgeyi karadan, havadan ve denizden ablukaya aldı. 2 milyona yakın Filistinliyi oraya hapsetti. Onlara ‘Seyahat, uluslararası ticaret, doğru dürüst beslenme ve tedavi görme hakkınızı elinizden aldım’, dünyaya da ‘Benim iznim olmadan bu bölgeye kimse giremez ve bir somun ekmek bile sokamaz’ diyor. Gazze üzerinde böyle bir tahakküm kurmaya hakkı yok. Böyle bir yetkisi yok. Gayrimeşru bir otoriteden söz ediyoruz. Bizim yapmak istediğimiz şey, o otoritenin gayrimeşruluğunu vurgulamak, dünyanın ilgisiz kaldığı abluka vahşetine dünyanın ilgisini çekmek, uluslararası bir tepki oluşturarak ablukanın kaldırılmasına hizmet etmek. Sizin yaptıklarınız muhakkak ki çok kıymetli ve gerekli. Mevcut şartlar altında hükümet olarak yapabileceklerinizi yapıyorsunuz ve biz bunu takdir ediyoruz. Ama birileri de mevcut şartları değiştirmek için eyleme geçmeli. Siz de bunu takdir edin. Mavi Marmara öncülüğündeki Özgürlük Filosu’nun asıl meselesi, Gazze’ye insani yardım götürmek değil, GAZZE’YE İSRAİL’DEN BAĞIMSIZ OLARAK İNSANİ YARDIM GÖTÜRMEK, bu hak ve özgürlüğün altını çizmek, genel olarak da Gazzelileri insani yardım yahut başka bir konuda -her konuda- İsrail’in insafına terk etmenin kabul edilemezliğine dikkat çekmektir. İnsani yardımdan ibaret bir mesele değil bu. Her şeyden evvel bir özgürlük meselesi, hak-hukuk meselesi, haysiyet ve şeref meselesi. İsrail’in küstahça zorbalığına seyirci kalamayız.”

Neticede “Özgürlük Filosu” ablukayı kaldırtamadı, ama ambargonun şiddetinin azalmasına vesile oldu; Mavi Marmara katliamından evvel Gazze’ye İsrail üzerinden sadece 80 kalem malzemenin girişine izin verilirken, Mavi Marmara’dan hemen sonra bu sayı binlere çıktı. Mısır’daki Hüsnü Mübarek rejimi de Mavi Marmara’nın etkisiyle Refah sınır kapasını bir süreliğine açıp Gazze’yi kısmen rahatlattı. Ambargo, Mavi Marmara öncesindeki kıyıcılık derecesine bir daha hiç ulaşmadı. Şehitlerin celbettiği bereket.

Tekrar: Asıl mevzu, ablukayla mücadele idi. Erdoğan, Mavi Marmara katliamı üzerine bozulan Türkiye-İsrail ilişkilerinin “normalleşmesi” için “özür” ve “tazminat” şartlarına “Gazze’ye ablukanın kaldırılması” şartını da ilave edince, bu arada Mavi Marmara’yı ele güne karşı yüksek sesle savununca, hatta Fethullah Gülen’in “Otoriteden izin alınmalıydı” sözünü de eleştirince, ‘Demek ki Erdoğan, İHH ve partnerlerinin inisiyatifini takdir etmeye başladı’ diye düşünmüştük. Şimdi, hükümetin İsrail üzerinden Gazze’ye zaten yardım gönderdiğini hatırlatıp Mavi Marmara’nın ablukaya karşı yelken açmasını “gövde gösterisi” diye nitelendirmesinden anlıyoruz ki, öyle değilmiş. Aradaki iletişim problemi çözülememiş. Bahsedilen hadise aynı hadise, ama konuşulan konular farklı.

İletişim problemi önemli, ama Erdoğan’ın öyle konuşmasını mazur gösterecek kadar değil.

Türkiye-İsrail Anlaşması’na yönelik ağır eleştiriler söz konusu; bunlara cevap verirken Erdoğan’ın da ağır konuşmasını tabii karşılardık, yadırgamazdık; fakat, bağlamın tamamen dışına çıkıp, dünyanın dört bir yanından yüzlerce Filistin dostunun vicdan ayaklanmasını “gövde gösterisi” ve “davul zurna” gibi imalı ifadelerle ‘şov’a indirgemesi, Mavi Marmara ve Özgürlük Filosu inisiyatifi sanki kuru gürültüden ibaretmiş gibi konuşması veya İsrail’e insaniyet namına meydan okumanın ve bu uğurda ağır bedeller ödemeyi göze almanın şerefini yadsıması esef verici. “Türkiye’den böyle bir insani yardımı götürmek için günün başbakanına mı sordunuz?” demesi de öyle. Konuşmasının Mavi Marmara şehitleriyle alakalı kısmında, şehit ailelerine ödenecek tazminata ilişkin bir eleştiriye cevap verirken kurduğu bu cümle ile ne demek istedi Erdoğan? İki kere ikinin dört ettiği bir dünyada bundan çıkarılabilecek bir tek anlam var, ama onu söylemeye benim dilim varmıyor.

Erdoğan öyle konuşunca, bazı ‘Reisten fazla Reisçiler’ hemen durumdan vazife çıkarıp İHH’ya hunharca saldırmaya başladılar. Neyse ki maşeri vicdan ağır basıyor, onların akılalmaz itham ve hakaretleri sağduyu deryasında boğuluyor. Boğuluyor boğulmasına da, ‘Bu noktaya nasıl gelebildik?’ sorusu içimizi kemirmeye devam ediyor.

Ali Haydar Bengi, Cengiz Akyüz, Cengiz Songür, Cevdet Kılıçlar, Çetin Topçuoğlu, Fahri Yaldız, Furkan Doğan, İbrahim Bilgen, Necdet Yıldırım ve Uğur Süleyman Söylemez’e selam olsun.

Yorum Analiz Haberleri

Devrim ile derinleşen kardeşlik: Suriye & Türkiye
Meşru olanı savunursan karşılığını elbet görürsün!
Türkiye solu neden hala Esed rejimini savunuyor?
Sosyal medyada görünürlük çabası ve dijital nihilizm
İran aparatlarının komik antipropagandalarına vakit ayırmak bile coğrafya için zaman kaybı...