Sayın Ekmeleddin İhsanoğlu'nun adaylığına yönelik 'yoğun yorum' bombardımanı, beyefendinin şahsından önce, kendisini aday gösteren beş benzemez vesayet ittifakının uyandırdığı bulantı nedeniyle yaşandı. Yani halkın bir şahsa değil, bir sürece yönelik isyanıydı. Dile kolay, son periyodu iki yıla yaklaşan bir süredir, bu ülkenin demokrat halkları her günü endişe ve öfkeyle geçiriyorlar. Hiçbir hokkabazlık yaşananın halkın iradesine yönelik bir oligark müdahale olduğunu perdeleyemiyor. Müdahale- ler deşifre edilip geri püskürtüldükçe, kalan kof yapı daha da karikatürleşiyor, haliyle bulantı artıyor. Bu arada halkın özgüveni de artıyor.
Bu özgüven, karikatürleşen rakibi ve mücadelenin hayatiyetini küçümseme eğilimi doğurabilir. Dünkü yazıda bu riske dikkati çektim. Çünkü bu öyle bir mücadele ki, sadece Erdoğan ve ekibinin değil, her bir vatandaşın bilinçli ve uyanık olmasını talep ediyor. Rakibin aklını ve gücünü, ondan hiç çekinmeden ciddiye almak gerekiyor.
Gerçek şu ki, hikaye bu kadar utanmazca geliştiği için, beş benzemez vesayet ittifakı kimi aday gösterse, bu o adayın kimliğini aşan bir anlam ima edecekti. İsim önemli değil; sürecin ilerleme biçimi ve geldiği şu kritik noktada, çatı adaylığı siyaset dışı müdahalelere yaslanan gayrımeşru bir makama dönüşmüştür. Çatı adayı bu okumayı yapamamış saf bir kariyerist olsa bile, bu sorumluluktan kaçamaz. Ama demokratların, isim üzerinde yoğunlaşmaktan ziyade, projenin tümünü hep göz önünde tutması gerekli.
Bu müdahale de ağustosta püskürtüldüğünde, garnitür olmuş iki muhalefet partisi biraz daha halka teslim olacaklar. İlkesizlikleri bir İslam tarihçisini Çankaya adayı olarak gösterme noktasına kadar gelmelerini sağladı. Erdoğan'dan kurtulmak için nefret ettikleri Gülen Cemaati'ne başvurduktan sonra, son olarak da El Ezher'li bir adaya sarıldılar.
Siyaset böyle böyle normalleşecek. Takiye yapa yapa halka yaklaşmasını, gerçeğe teslim olmasını öğrenecekler. Gezi kalkışmasından darbe çıkarmak için medyaları ve sahte aydınları ile algılarını işgal ettikleri sosyolojilerinin Kürtler ve Alevilerin acılarını keşfetmelerine izin verildi. Şimdi El Ezher mezunu bir İslam tarihçisi üzerinden dindarlar ve İslam'a alışacaklar.
Ekmeleddin Bey'in bu hikayenin farkında olmadığını zannetmem. Seçilebilse dahi, Çankaya'da dindar bir Necdet Sezer olabilmeyi göze almak, Çankaya büyüsü ile açıklanamayacak bir meseledir.
Adaylığı kabul ediyorsa, Mısır duruşunda tezahür eden farklı bir zihniyete tabi olmalıdır..
İnsanların topunu birden kariyeristlikle suçlayıp çöpe atmak kolaycılıktır.
O zihniyet farkı şudur.
Erdoğan...
Erdoğan üzerinde topladığı güce yaslanarak dünyaya yeni öneriler yapan bir isim. Bu öneri, İslam'ın, Türkiye ve Doğu'nun ehlileştirilmesini değil, eşit muamele görmesini talep ediyor. Nesne değil, özne olmak istiyor. 'Ya El Kaideleş ve benim dikotomime hizmet et, ya da İslam'ın dişlerini sökerek onu kültürel bir kabuk haline getir' seçeneklerinin ikisini birden reddediyor.
Üstelik bunu kendi değerlerine güvenerek, ama Batılı demokrasi kurallarını da yerelleştirerek yapıyor. Dolayısıyla, sadece Türkiye ve İslam'ın değil, bütün din ve etnisitelere mensup Doğu için yeni bir kimlik öneriyor.
İşte böyle bir Erdoğan, Batı'nın bir kısmı, Arap diktatörleri ve içimizdeki beş benzemezleri aynı zihniyet çatısı altında birleştirme gücüne sahip. Erdoğan, üzerinde kurulmak istenen vesayeti kabul ederek, metafizik olarak küresel boyuttaki tabanını özgürleştirmese, küçük özgürlük yemleri ile onları aldatsaydı, ılımlı İslam modeline uygun bir lider olarak yüceltilmeye devam edecekti. Gülen Cemaati ile başı derde girmeyecek, beş benzemezleri karşısına almayacaktı.
Bu manada Erdoğan riskli ve tehlikeli bulundu. Onun yaptığını yapmak için kurulduğunu iddia eden Gülen Cemaati de zihinsel düzlemde Erdoğan'dan ayrıştı.
Beş benzemezler, haddini aşarak ülkeyi mahva götürdüğünü düşünüp Erdoğan'ın tasfiye edilmesinin hepimiz adına daha iyi olacağına karar veriverdiler.
Sayın İhsanoğlu da, Mısır tavrından anladığımız kadarıyla böyle bir İslam modelini destekliyor, İslam'ın Gülen hareketi gibi protestan bir yorumunu daha doğru buluyor olabilir. Hakkıdır, saygı duyulur; ama kimseyi de aptal yerine koymasınlar.
Bu, 16. Yüzyıl'dan beri Avrupa Hıristiyanlığı'nın başına gelenin İslam'ın da başına gelmesi demek olur ve çok yazık olur. Ötekilerin, dezavantajlıların, mazlumların sığınağı olmaktan çıkarak, tüm içsel enerjisini ve özgünlüğünü tüketip ehlileşen sahte bir İslam'ın dünyaya vereceği bir şeyi yoktur, ama bu model hegemonlar için araçsaldır.
Bu tarihi anda, bizlerin de akla gelen ilk tepkileri vermekten çok, ortaya derinlikli akıl ve ürün koymamız gerekiyor. Strateji, akıl ve emek olmadan ortaya konan cesaretin bir anlamı yoktur. Bizim mahallede gördüğüm risk daha çok bu eksikliktir.
Erdoğan'a, yani kendi geleceğimize sahip çıkmak için her bir bireyin daha çok çalışması, komplekslerinden, başkalarının düşüncelerini kopyalamaktan vazgeçmesi, özgürleşmesi gerekir.
Allah bizlere özel zamanlarda yaşamayı nasip etti, hakkını verelim derim.
Yeni Şafak