Yasin Aktay / Yeni Şafak
“Erdoğan’dan kurtulma” söyleminin ardındaki nefret dili
Önümüzdeki seçimlerin öneminin abartılması hususunda tarafların ortaya koyduğu performans seçimlere özgü rekabet dilinin tabiatından. Siyasi rekabette bu performans yarışı da önemli bir işlevi yerine getirir. Neticede herkes kendi siyasi pozisyonunu insanlara anlatmak için bir yol bulmaya çalışır.
Garip olan bu konuda sergilenen yaklaşımların fazla yadırganması aslında. Yoksa 20 yıllık iktidar süresinde AK Parti’nin ülkede yol açtığı değişimi, 20 yıl öncesiyle sonu arasındaki farka baktığımızda bir “sessiz devrim” olarak nitelememek mümkün değil. Hemen her alanda. Bu 20 yılın ilk on yılı ile son on yılı arasında isteyen istediği farkları bulabilir de. İsteyen bu farkları AK Parti’nin temsil ettiği değerler lehine, isteyen aleyhine de değerlendirebilir.
Siyasettir bu. Objektif bir değerlendirme ölçüsü yoktur. Olsaydı işimizi nesnel kriterlere ve bunları uygulayacak siyaset-dışı veya siyaset-üstü teknokratlara bırakırdık, onlar zaten bilimsel ve nesnel olarak ne yapılması gerektiğini bilir ve yaparlardı. Oysa siyaset tam da ihtilafların, birbirini sevmeyen, hatta birbirinden nefret eden insanların birbirleriyle tartışması, birbirlerine karşı mücadele etmesi ve pozisyonlar elde etmesi ile gerçekleşen bir insani varoluş düzeyi. Siyaset yoksa insan da yoktur. Ama siyaset varsa ihtilaf da vardır, ayrılık da, çatışma da, tartışma da. Bu ayrılık çatışma ve tartışma, Türkiye’nin bugünkü manzarasında hem partiler arasında oluyor hem de çoğu zaman bir partinin kendi içinde de oluyor.
İki kutuplu bir siyasi yapının toplumun üretebileceği bütün siyasi pozisyonları, tartışmaları, ihtilafları bitirmesi, tüketmesi ve tamamen sündürmesi elbette mümkün değil.
Bu iki kutbun Millet ittifakının atanmamış teorisyenlerinin iktidar tarafına karşı kastığı demokrasi analizlerine bakıldığında Millet ittifakının ana bileşeni CHP’nin bütün CV’sini temizleyerek, geçmişini unutturarak kendinden bir demokrasi kahramanı çıkarmaya çalışmalarını hayretle karşılamamak mümkün değil. AK Parti’ye ve Erdoğan’a yakıştırdıkları kutuplaştırıcılık, anti-demokratiklik, kucaklayıcılıktan ve akılcılıktan uzaklık gibi meziyetlerin, belli ki, Kılıçdaroğlu’nda tam tersinin olduğunu da iddia etmiş oluyorlar.
Erdoğan’ın veya cumhur ittifakının “Türkiye için kazanımların devamı” üzerine kurdukları kampanyayı boşa çıkarmaya çalışıyorlar. Bunu yaparken bir yandan bu kazanımları nihilistçe yok saymaya, önemsizleştirmeye, anlamsızlaştırmaya çalışıyorlar bir yandan daha demokrat, daha açılımcı, daha genç, daha rasyonel bir alternatif umudunu telkin etmeye çalışıyorlar.
İyi de kim olacak bu daha açılımcı, daha genç, daha başarılı, daha demokrat alternatif? Kılıçdaroğlu’na yakışıyor mu hiç bu vasıflar? Aslında herhangi bir CHP’liye yakışır mı bu vasıflar?
Erdoğan’n bir seçim kampanyasında sağlığını riske edecek derecede bu kadar çok çaba sarfetmesine, koşturmasına bile bir olumsuzluk, hırs, kaybetme korkusuna karşı endişe vs. atfetmeye çalışıyorlar.
Bu konuda yazılanları hayretle okuyoruz. Bunlar Erdoğan’ı daha yeni mi tanıdılar? Erdoğan siyasi hayatı boyunca hangi seçimde bundan daha az çalıştı? Bütün siyasi hayatına şahit olduğumuz Erdoğan hiçbir seçimde bundan daha az çalışmadı. İşini hiçbir zaman hafife almadı, şansa bırakmadı. Siyaset Erdoğan için yan gelip yatma yeri olmadı, başkalarını çalıştırıp kendisi işin sefasını sürdüğü türden bir saltanat olmadı hiçbir zaman.
Şimdiye kadar girdiği bütün seçimleri kazanmasının en önemli sırlarından biri bu oldu, tabi daha büyük sır oyuna talip olduğu insanlara karşı ispatladığı samimiyeti. O samimiyet en büyük, en etkili gücü oldu Erdoğan’ın. Seçimlere herkesten daha fazla asılması bile aslında o samimiyetinin göstergesi. Hileli yollara tevessül etmek yerine, aslında hileli yollarla başkalarından önce kendini kandırmak anlamına gelen yollar yerine kendini insanlara anlatmayı çok önemsedi. Süreç içinde kendini anlatmayı halkına saygının en önemli yolu olarak benimsedi.
Erdoğan’ın seçim kampanyasını devam eden ve açılışı yapılan hizmet ve projelerin takdimine yoğunlaştırmasının kendiliğinden yansıttığı bir mesaj var. Bunun üzerine hiçbir şey söylemese de bu açılışların söylediği bir şey var. Bunlar 20 yıldır devam etmekte olan istikrarlı ve devletin ve toplumun bütün kurum ve unsurlarıyla eşgüdümlü çalışmaların birikimsel bir sonucu. Bu istikrar olmasaydı bu açılımlar, bu açılışlar ve bu gelişmeler mümkün olmayacaktı. Bu çok güçlü, çok geçerli ve çok değerli bir avantaj. Bunu açılışların kendiliğinden diline bırakmayıp Erdoğan da, AK Parti’nin bütün aktörleri de dillendiriyorlar. Böyle bir gücü, böyle bir avantajı olan hiçbir parti bunu kullanmaktan geri durmaz, durması da beklenemez.
Kılıçdaroğlu’nun atanamamış teorisyenleri bu gücü, bu değeri, bu avantajı boşa çıkarmanın derdindeler. 25 yıldır girdiği hiçbir seçimi kaybetmemiş bir Erdoğan’a karşı millete vaat ettikleri tek şey, hiçbir seçimi kazanamamış biri eliyle “ondan kurtulmak”tan ileri gidemiyor.
Ondan kim neden kurtulmak istesin? Buna dair takındıkları nihilist inkârcı tutumdan başka bir tarzları yok. Kendisinden kurtuluş vaat ettikleri bu lider 25 yıldır bu millete rağmen mi başta duruyor? Her seçimde halka kendini anlatmak ve tekrar onayını almak hususunda herkesten daha fazla çalışıp bunu başarabilen kişiden kurtulmanın yolu nedir? Ondan kurtulma hırsından başka ve bunun ötesinde bu millete vaat edilen ne var?
Erdoğan’ı kutuplaştırmaktan, sert bir dil kullanmaktan veya kullandığı argümanlardan dolayı eleştirenler, sanırsınız ki siyasete güllük gülistanlık, elele tutuşmuş, birlik olmuş, hayatı bayram etmiş bir ortam vaat ediyorlar.
Bütün motivasyonları Erdoğan ve onun liderliğini yirmi yıldır yaptığı bir değişimin bütün birikimlerinden kurtulmak olunca sözlerinden de, burunlarından da öfke ve intikamın dilinden başka bir şey dökülmüyor. Erdoğan’dan kurtulma vaadinin yirmi yıldır arkasında durmuş toplumun en az bir yarısına karşı bir kin ve nefret diline kolayca tercüme edildiğini göremiyorlar bile.
Göremedikleri bu durum onların bu halka da siyasete de yabancılıkları, Erdoğan’ınsa yine kazanacağı. Bu sefer görürler mi acaba?