Erdoğan’a Küfretmek İçin Cami’yi Çiğnemek

ZEHRA TÜRKMEN

Dünya’nın en tehlikeli hali, Cehaletin örgütlü eyleme geçme halidir…”
(Goethe)

31 Mayıs gününden itibaren bütün Türkiye, hatta Avrupa ve ABD’ye kadar neredeyse bütün dünyada Taksim Gezi Parkı önemli bir gündem haline geldi. Taksimde yaşanan olaylar sadece Gezi Parkı ile sınırlı kalmayarak özelliklede CHP, Halkevleri, İP, TKP, ADD, ÇYDD, KESK gibi sol, sosyalist, ulusalcı ve Kemalist grupların başını çektiği gösterilerle İzmir’den Adana’ya kadar “Her Yer Taksim, Her Yer Direniş”  sloganıyla Türkiye sathına yayıldı. 10-12 tane ağaç sökme olayına gösterilen protestolar AK Parti ve Başbakan Recep Tayyip Erdoğan eleştirisi ve küfürleriyle birlikte İslam düşmanlığı haline getirilmeye çalışıldı ve halen de çalışılıyor. 

Taksim’de yaşananların ardından gerek İslami çevreden ve gerek diğer kesimden olaylar hakkında farklı farklı yorumlar ve değerlendirmeler yapıldı. Sosyal medyada yapılan yorumlar aldı başını yürüdü… Özellikle de İslami cenahtan Uludere ile Taksim arasında bağ kuranlar, Müslüman’ların Taksim’de bulunmasını farz görüp herkesi taksime çağıranlar ve çağrıya tepki gösterenlere hakkını helal etmeyenler, Taksim’i Tahrir’e benzetenler, yaşanılanları Türk Baharı olarak ifade edenler, Taksim’e Camii yapma söylemini Fatih Çarşamba’ya bar yapmakla eş değer görenler,  Kemalistlerin ve dine düşmanlık besleyenlerin camiyi hor bir şekilde kullanıp necis maddelerle kirletenlere karşı bu insanların eylemini cihad olarak kabul edenler, Peygamberin ‘kıyameti görseniz bile elinizdeki fidanı dikin’ hadisini dile getirenler ve yaşanılanların karmaşıklığına dem vuranlar…

Oysa Taksim’de yaşanılan olayları ve gelişen süreci iyi analiz ettiğiniz zaman olayların bazı kesimlerin dile getirdiği gibi hiçte anlaşılmayan karmaşık bir durum olmadığını görmekteyiz.

Taksim’de yaşanılan makul ve ufak çevreci protesto gösterisinde ilk anda güvenlik güçlerinin göstermiş olduğu yanlış tutum ve abartılı güç kullanımı elbette eleştirilmeli. Polisi ilk başlarda orantısız tepkiye yönelten emirleri kimin ve hangi mantıkla verdiği araştırılmalı. Çünkü Türkiye’de insani ve İslami değerleri gözeten son dönemdeki bazı makul düzenlemeleri laik ve müfsid yaşam tarzlarına müdahale olarak kabul eden Kemalist, seküler, Batıcı, ulusalcı önemli bir sosyal kesim makul görmüyor ve potansiyel bir öfke biriktiriyordu. Taksim olayları 10-12 ağaç bahane edilerek gerek polisin orantısız müdahalesi ile, gerek bu potansiyel öfkeyi patlatmak ve yangına dönüştürmek isteyen romantik devrimci gruplarca, gerek Başbakan’ın inisiyatifini kırmak isteyen iç ve dış siyasi mihraklarca kibrit yakıp alevlendirilmiştir.

Gezi parkı ile ilgili ağaçların sökülmesi ve muhtemel AVM projesi ile ilk baştaki makul ve ufak tepkileri höpürdetmek ve konuyla irtibat kurarak Başbakan’ın imajını yıpratmak bağlamında organize tavırlar gösteren çevreler arasında sadece Kemalistler, ulusalcı CHP taban veya Beşar Esed’in beşinci kolları yoktu; sol-liberaller de, Hizmet Cemaati de, TÜSİAD’çılar da vardı.

Ancak, güvenlik güçlerinin meydandan çekilmesinin ardından protestoculara ve  yapılan eylem ve örgütlenme şekline baktığımız zaman, işin üç-beş ağaç sevgisinden ibaret olmadığını, amacın hem iktidar hem Müslümanların kazanım sürecini kırmak olduğunu görmekteyiz. Özelliklede bu gösteriler öfke potansiyeli açısından Başbakan’ın son dönemde yaptığı içki yasası düzenlemesiyle dile getirdiği “iki ayyaş” ile kimlerin kastedildiğine, 4+4+4 eğitim düzenlemesiyle açılan İmam Hatip Liselerine tahammülsüzlüğün yani Kemalizm’in elden gideceği korkusuna dayanıyordu. Taksimde ki eylem alanında açılan pankartlar, atılan “Mustafa Kemalin Askerleriyiz” ve benzeri sloganlardan yansıyan görüntüler ise bunun en açık ifadesiydi.

Medyada yer alan köpeğe biber gazı sıkan polis görüntüleri, 48 saat sonra hükümetin düşürüleceği beklentisi, binlerce polisin istifa ettiği, 30’a yakın ölü olduğu ve hatta en az 500 ölünün olduğu gibi haberlerde tansiyonun yükseltilmesi için üretilmiş yalan malzemelerdi. Bu provokasyonun arkasında solcu veya sağcı tüm Erdoğan karşıtları duruyordu.

Karnı en fazla tok olan semtlerde ve sitelerde tencere ve tavalarla gürültü çıkartan grubun ne derdi açlıktır, ne de kitleleşen protestoların amacı ağaç sevgisi ve AVM karşıtlığıdır. Bu konu, AVM’lerden aldıkları şaraplarla alem yapmak isteyen ve Noel’i beklerken çam ağaçlarını kesme özgürlüğünü savunanların ve onları hoş görenlerin değil; modernizmin İslami örfümüzü ve dayanışmamızı çürütmesine karşı çıkan gene bizim mahalledeki bazı hamiyetli insanların derdidir. İki ağaç katledilecek diye ayağa kalkan bu insanlar Suriye’de insanlık katledilirken, çocuklar katledilirken, kadınların ırzlarına geçilirken çoğunlukla Katil Esed Rejimi tezlerinin avukatlığını yapmışlardır.

Sonuç olarak cehaletin başkaldırdığı ve müfsidlerin ıslah edicilik demagojisi yaptıkları önemli bir süreçten geçiyoruz. Ancak Müslümanlar olarak olaylara daha basiretli ve hikmet çerçevesinden yaklaşmalıyız. Rabbimiz Bakara Suresi 11. ve 12. ayette şöyle buyurmaktadır: “Kendilerine: ‘Yeryüzünde fesat çıkarmayın’ denildiğinde: ‘Biz sadece ıslah edicileriz’ derler. Bilin ki; gerçekten, asıl fesatçılar bunlardır, ama şuurunda değildirler.”

En üzücü olan ise musalli bir cemaatin iktidarı paylaşma hırsı ve uzlaşmacılığın getirdiği ihaleli zorlamalarla dost tutulmayacak çevrelere “veli” muamelesi yapmasıdır. Bu dindar çevrenin muhalif sosyal potansiyeli tutuşturmak için kibrit olarak yakılan veya yanan bu devrim anarşizmi yol arkadaşı olması gerçekten haşr gününe inananlar adına üzüntü verici bir durumdur. Bu sözde ıslahçıların eylemlerinden hem eylemin amacını özetleyen hem de  “Allah gerçekten ıslah etsin” dedirtecek cinsten bir pankart örneği ile bitirelim:

“Tencerem var tavam var, çapulcuyum havam var, Atamızdan yadigar iki duble rakım var…”