Erdoğan’a Açık Mektup

MUSTAFA SİEL

Sayın Erdoğan

Siz kasketlilerin - baretlilerin liderisiniz, şapkalıların değil. Sizi şapkalılar değil, kasketliler – baretliler çıkardı o makamlara ve 12 yıldır iç ve dış odakların amansız saldırılarına rağmen, onlar tutuyor sizi orada.

Siz ölen o kasketli – baretli madenciler ve ailelerinin desteği ile oradasınız. Onlarda sizi kendilerinden biri olduğunuz için, kendilerinden hissettikleri için çıkardılar oraya ve bu nedenle tutuyorlar ısrarla orada.

Kasketlilerin – baretlilerin yanında vebalı hastaların yanında durur gibi duran şapkalıların yanı değil esas yeriniz.  Siz kasketlilerin – baretlilerin arasında değil, şapkalıların arasında iğreti durmalı; kasketlilerle – baretlilerle bütünleşmeli, zaruret gereği şapkalılar içinde iken, onlar için bir diken olmalısınız.

Halka ve hakka borçlusunuz, onlardan kopmamalısınız

Beraber yollarda yürüdüğünüz bu kasketli- baretli  insanları unutmayınız hiçbir zaman. Zorla şapka giymektense, ehveni şer olarak kasket giyenlerin torunları olan bu insanlar; kendilerine zorla şapka giydirmeye çalışılanların torunlarınca, göbeğini kaşıyan adam, bidon kafalı, dağdaki çoban diye küçümsendiler, adam yerine konmadılar. Dün kasketli köylü idiler, bu gün baretli madenci oldular, ama şapkalı olmadılar.

Beraber ıslandı iseniz bu insanlarla, beraberce ölümü hissetmelisiniz ölen madencilerle ve aileleri ile beraber. Ali Şen’in torununun ölümü basında çarşaf çarşaf haber olan bir trajedi iken, 301 madencinin ölümü istatistik olmamalıdır sizin için.

Yüksek rakımlı tepeler başınızı döndürüp, sıfırın altındaki rakımlı madenlerdeki kardeşlerinizi unutturmasın. İnsan yukarılara çıktıkça başı döner ister istemez, etrafını saran dalkavuklar, içinden çıktığı insanlardan koparmak için yarışırlar. Ama gerçek dünya halkın dünyasıdır, o yüksek rakımlı dünyalar ise aldatıcı, yapay, hayali dünyalardır. Bu hayali dünyalar sizi halktan koparmasın, çünkü halktan kopan aynı zamanda haktan kopar.

Bu nedenle, hep yüksek rakımlarda gezinmemelisiniz. Mutlaka sık sık alçak rakımlara, hatta sıfırın altındaki rakımlara inmeli, içinden çıktığınız kasketlilerin – baretlilerin dünyasının havasını solumalısınız, fırsat buldukça, fırsatlar oluşturarak.

Çoban Sülü Olmayın

Madenlere girmeli, inşaatlarda işçilerle beraber olmalı, fabrika ve atölyelerde işçilerle vakit geçirmelisiniz. Protokol yada basına poz verme ziyaretleri olmamalı bunlar. Basından habersiz ve poz verilmeyen ziyaretler olmalı. O insanlarla gerçekten beraber olmalı, paylaşmalısınız dünyalarını.

Bu anlamda halkla beraber olmak, hakla beraber olmaktır. Bu beraberlikleri azaltırsanız, hakla olan beraberliğinizde azalır, yüksek rakımların zehirli havası sizi  zehirler de, bu zehir karbon monoksitten daha zararlıdır. Çünkü biri bedeni, diğeri ruhu öldürür.

Çoban Sülü gibi olmamalısınız. Hani bu halkın içinden çıkan bir kasketli iken, yüksek rakımlara tırmandıkça başı dönüp, altta kalan halkını görememeye başlayan; dünyayı sadece içine girdiği devletlüler ve kendilerini devletin sahibi sananlardan ibaret görmeye başlayıp, şapkasız dolaşmama başlayan çoban Sülü. Hani içinden çıktığı yumurtayı beğenmeyip, kendisine yeni bir sınıf bulmaya çalışan, geçmişini ve kendisini unutan, gönüllü olarak kendini devşirten Çoban Sülü.

İki Yanlış Bir Doğru Etmez

Maksatları üzüm yemek değil bağcıyı dövmek olanların, işçilerin kanını istismar etmesi - sömürmesi, sizi işçilerin karşısına çıkartmamalı. İki yanlış bir doğru etmez. Birilerinin leş yiyici akbabalar gibi madende ölen işçilerin etine üşüşmesi, ölümleri ve acıları istismar etmesi elbette çok büyük bir yanlış, çok çirkin bir davranıştır. Lakin bu yanlışın karşısına başka bir yanlışla çıkılmamalı, bu leş yiyicilere duyulan tepki, sizi işçilere tepki duymaya, onların sorunlarını görmemeye sevk etmemeli asla.

Ateş düştüğü yeri yakar, yanındakiler ancak ateşin ısısını ve alevini hissedebilirler. Soma’da ocağına ateş düşenler, o acıyla yanlış sözler söyleyebilir, küfredebilir, yanlış konuşabilir. Anlayışla karşılamalısınız canı yananların tepkilerini.

Kendinizi onların yerine koymalısınız, hallerini anlamaya ve algılamaya çalışmalısınız. Kendini Dicle nehrinin kenarındaki koyundan sorumlu tutan Halife Ömer’i sık sık hatırlayın bu günlerde. Soma’da benim ne suçum var demeyin; suçunuz olsa da olmasa da, insanların acıyla yapıp ettiklerine kırılmayın, kızmayın, gücenmeyin, bilakis o acılarına ortak – derttaş olmaya, acılarını hafifletmeye gayret edin.

Halkın Yanında Olmak Hakkın Yanında Olmaktır

Jakoben laiklerin bir kısmı halkçılık diye, emek diye, halkımız diye İslam ve Müslüman düşmanlıklarına takiyye yapıyor, istismar ediyor bu kavramları, bu açık. Lakin bu istismar sizi bu kavramlardan soğutmamalı. Halkçılık, emek, eşitlik sizin sloganınız - takiyye aracınız değil, özünüz olmalı. Çünkü siz hem bunu emreden bir dinin mensubusunuz, hem de yüz yıldır küçümsenen ve emeği sömürülen, ikinci sınıf vatandaş sayılan halktan birisiniz.

Hakkın yanında olmak, aynı zamanda bu kavramların yanında olmaktır. Her kese hak ettiğini dünyada ve ahirette eksiksiz verileceğine dayanan adalet ilkesi temeline koyan bir dinin müntesibi olarak, halka hizmet hakka hizmettir ve ibadettir dediniz bu güne kadar ve bu söylediklerinizi bu günlerde sık sık hatırlamalısınız.

Duruşunuz içten ve samimi olmalı, siyaseten değil. Boğazdan aşağı geçmeyen sözler, vaatler, teselliler yakışmaz size. Birileri siyaseten üzgün görünüp, taziye şovları yapabilir, siz asla yapmamalısınız bunu.

Adaletsiz Kalkınma Olmaz

Bu güne kadar bu halk için pek çok şey yaptınız, bu açık. Lakin özel sektör işçilerinin yeterli ücreti alabilmesi, çalışma şartları ve iş güvenliği konusunda biraz gecikmiş bir sorumluluğunuz ve borcunuz var kanaatimce.

Adalet ve kalkınma eşgüdümlü olarak devam etmeli, bir ayağı topal olmamalıdır. Eğer kalkınma adaletsiz bir gelir dağılımına sebep oluyorsa, bu durum kesinlikle ve kesinlikle şerre - fesada vesile olacaktır. Kalkınma olmayınca zaten adaletten bahsedemezsiniz.

En büyük emek sömürüsünü yapan ve sebep olan bizzat devlet olup, kalkınmamın temel taşlarından biri, devletin küçülmeye devam etmesi ve süreç içinde ekmek kapısı olmaktan çıkarılmasıdır. Son kazayı fırsat bilen bazı laikçi arpalık sevdalıları tekrar kamulaştırmadan, devletleştirmeden bahsetmeye başladılar.

Şişirilmiş devlet kadroları ile piyasadaki devletçi uygulamalar kalkınmanın (ve dolaylı olarak ücret adaletinin) önündeki en büyük engellerden, sömürü ve adaletsizliğin en büyük sebeplerinden biri olup; jakoben laiklerin arpalığı olan devletçiliğin yeniden ihyası için sürdürülen yeniden kamulaştırma gibi uygulamalar kesinlikle yapılmamalıdır. Tam aksine, özelleştirmeye devam edilmelidir. 

Kendilerini efendi halkı maraba gören jakoben laiklerin vesayetini, bu vesayetle işbirliği yaparak kendisini ayakta tutmaya çalışan asalak bürokratik oligarşiyi, efendi devletten hizmetçi devlete dönüşmek istemeyen tüm kesimlerin direncini mutlaka kırmalısınız. Devlet hizmetçi olmalı, efendi değil. Devlet iş kapısı olmamalı, iş piyasasını ücret, çalışma şartları ve iş güvenliği açılarından düzenleyen ve denetleyen olmalı.

Özel Sektör Çalışanlarının İnsanca Yaşayacakları Gelir Seviyesi Mutlaka Ve Mutlaka Sağlanmalıdır

Memleketin gerçek üreticileri, o madende düşük ücretlerle ve olumsuz şartlarda çalışanlar gibi özel sektör çalışanları iken, aldıkları ücretler hak ve adalet ölçülerine uymuyor. Bu adaletsizlik mutlaka düzeltilmeli, her bir işçiye, en az en düşük devlet memuru geliri seviyesinde gelir, gerekirse devlet destekleri ile mutlaka sağlanmalıdır.

Bu konudaki önerilerimi, daha önce bu sütunlarda yayınlanan “1 Mayıs Hangi Emekçilerin Bayramı” başlıklı yazımda ayrıntılı olarak açıklamıştım. Bu konu mutlaka ciddiyetle ele alınmalı, süratle ve mutlaka düzeltilmelidir hak ve adalet için.

Çalışma Şartları İyileştirilmeli Ve Güvenlik Konusunda Ödün Verilmemelidir

Tüm çalışanlar insana yakışır çalışma şartlarına kavuşturulmalı, fazla çalışma, keyfi işten çıkarılma, işçiye değer verilmeme gibi gayri insani ve vicdani hususların önlenmesi için ciddi tedbirler alınmalıdır.

Özellikle en acil husus olan iş güvenliği alanında tam bir seferberlik ilan etmelisiniz. Nasıl ki sigara yasağı konusunda seferberlik ilan edip, bir seviyeye getirdiniz, iş güvenliği konusunda da aynı şeyi mutlaka yapmalısınız.

Sadece madenlerde değil, tüm tehlikeli sektörlerde (inşaat, tersane vs.) çalışma şartları insana yakışır seviyeye çıkarılmalı ve gerekli tüm güvenlik önlemleri en üst düzeyde alınmalıdır. Tersane kazaları ve işçi baraka yangınları gündemde idi bir zamanlar, şimdi unutuldu, yarın bir kaza daha olunca mı hatırlanacak?

Öncelikle, özellikle iş kazası riski yüksek olan sektörlerde gelişmiş memleketlerdeki standartları ve uygulamaları zorunlu hale getirmeli, gerekirse bu konuda zayıf işletmelere devlet desteği sağlamalısınız.

Bu konunun sadece yasa ve mevzuatla, teknik şartların iyileştirilmesiyle düzelmeyeceği açıktır. Sorun sadece maddi ve teknik imkansızlıklar değil, aynı zamanda ve daha önemli sebepler olarak bilgisizlik, lakaytlık, ihmalkarlık, vurdumduymazlık vs. olup, en önemli husus iş güvenliği konusunda tüm kesimlerin kesintisiz eğitimidir.

Bu nedenle, bu konuda bir bilinçlendirme kampanyası başlatılmalı, ciddi bir eğitim süreci yürütülmelidir mutlaka. Bürokratından denetçisine, işverenden işçisine tüm ilgili kesimler bu bilinçlendirme ve eğitim sürecinden geçirilmelidir. Ancak bu şekilde bu alanda yol almak mümkündür.

Malum, 17 Ağustos 1999 Gölcük depremi sonrası alınan tedbirlerle süreç içinde inşaatlardaki kalitesizlik önlendi ve bu gün binaların depreme dayanıklılığı konusunda ciddi sorunlar yok. Aynı durum iş güvenliliği konusunda da sağlanabilir, yeter ki ciddiyet ve ehemmiyet verilip, işin arkası bırakılmasın.