Kürdistan Bölge Yönetimi'nin (KYB) başkenti Erbil'de bulunduğum son gün, son Amerikan askerlerinin Irak'tan ayrıldığı güne rastladı.
ABD işgalinin son bulmasından sonra Irak'ta ne olacak? Bugünlerde en çok sorulan soru, bu. Erbil'den bakınca şimdilik iki Irak var. Biri, devlet içinde bir devlet: Erbil, Dohuk ve Süleymaniye vilayetlerinden oluşan, Musul ile Kerkük üzerinde hak iddia eden Kürdistan bölgesi. Diğeri, Sünni ve Şii Arapların güç mücadelesine sahne olan diğer 13 vilayet.
KBY ile başlayalım: Irak Kürtleri 1991'de Körfez Savaşı ertesinde Saddam Hüseyin diktatörlüğüne karşı ayaklandılar ve Batılı müttefiklerin (bu arada Türkiye'nin) sağladığı koruma altında fiili bağımsızlık elde ettiler. ABD'nin 2003'te Irak'ı işgal etmesinden sonra kabul edilen Geçici Yönetim Kanunu, Irak'ı federal bir devlet olarak tanımladı ve Kürdistan'ın özerk bölge statüsünü tanıdı. 2005'te kabul edilen Irak Anayasası da bu statüyü teyit etti. KBY, Kürt çoğunluklu oldukları iddiasıyla, Kerkük ve Musul vilayetlerini de sınırlarına dâhil etmek istiyor. En zengin petrol rezervleri buralarda. Özerklik isteyen Türkmen, Süryani ve Arapların da yaşadığı bu vilayetlerin nihai statüsünü belirleyecek referandumlar beklemede.
KBY bugün için Ortadoğu'daki belki görece en özgür ve çoğulcu rejime sahip. 2009'da yapılan son seçimlerde meclisteki 111 sandalyenin çoğunu, bölge başkanı Mesut Barzani'nin Kürdistan Demokrat Partisi ile Irak Cumhurbaşkanı Celal Talabani'nin Kürdistan Yurtseverler Birliği'nin ortak listesi kazandı. Bölgeyi bu iki partinin koalisyonu yönetiyor. Barzani ve Talabani'nin birlikte fotoğrafları ve KBY bayrağı hemen her yerde. Mecliste ana muhalefeti temsil eden Değişim (Goran) grubunun 25, Reform grubunun 13 sandalyesi var; Türkmenler 5, Hıristiyanlar (Keldaniler ve Ermeniler) 4 sandalye ile temsil ediliyor. KBY'nin büyük sorunu, ekonomisinin hemen tamamen petrol gelirleriyle finanse edilen ithalat ve inşaata dayanması. Bölgeden bir yazar durumu iyi özetliyor: "Her şey çoğunlukla Türkiye'den ithal ediliyor. Beş yıldızlı oteller inşa ediyoruz, ama tek bir düzgün hastanemiz bile yok..." (Financial Times, 8 Aralık). Sanayide ve tarımda üretime yatırım yapılmadığı takdirde, bölgenin ne ekonomisini ne de demokrasisini geliştirme imkânı bulacağı muhakkak.
Irak'ın geri kalanına gelince: Çoğunluğu oluşturan Şii Araplar, giderek yönetime ağırlık koyuyor. Her ne kadar İran'ın desteğini alıyorsa da, esas olarak bir Şii Arap milliyetçisi olduğu söylenen Başbakan Nuri El Maliki'nin "Saddamlaştığı"ndan söz ediliyor. 1968-2003 arasındaki Sünni egemenliğinin temsilcisi Baas Partisi'nin 600 üyesi, geçen ekim ve kasımda, Libya'nın devrik lideri Kaddafi'nin desteğiyle darbe hazırladıkları iddiasıyla tutuklandı. Bunu Amerikan askerlerinin Irak'tan ayrılmasının ertesi günü Sünni Cumhurbaşkanı Yardımcısı Tarık El Haşimi hakkında terörizm suçlamasıyla başlatılan kovuşturma ve Haşimi'nin KBY'ne sığınması izledi. Maliki bir süredir Türkiye'nin Irak'ın içişlerine karıştığını ileri sürerken, Haşimi'nin Türkiye'ye kaçtığı iddia edilmekte.
Anlaşılan, ittifaklar değişiyor. Geçmişteki Sünni egemenliğine karşı Şii-Kürt ittifakı, şimdilerde yerini Şii egemenliğine karşı Kürt-Sünni Arap ittifakına bırakıyor. Sünniler dün, ülkenin parçalanmasına yol açacağı gerekçesiyle özerk bölgelerin oluşmasına karşı çıkarken, bugün özerklik istiyor. Irak Anayasası, belirli koşullarla bir veya daha fazla sayıda vilayetin bir araya gelerek yeni bir bölge yönetimi kurma hakkını tanıyor. Ülkenin orta kesimindeki Sünni çoğunluklu üç vilayetin (Selahaddin, Diyala ve Anbar) özerklik arayışı, Başbakan Maliki tarafından engellenmekte. İlginç olan, Şii çoğunluklu ve petrol zengini Basra vilayetinin de özerklik istemesi. (Bkz. Al Jazeera, 22 Aralık)
Bir "ülke-devlet" ya da "yurttaşlar devleti" olarak yeniden tesis edilemediği takdirde Irak'ın bütünlüğünü koruması güç görünüyor.
ZAMAN