Vail Kandil / El-Arabi el-Cedid
Çev: Davut Özel / Haksöz Haber
Savaş da Yok, Barış da Yok!
1977 yılının yazında 21 Temmuz günü Enver Sedat, Arap devletlere sırtını dönüp Siyonist düşmana gitmeden önce kardeş ülke Libya ile ahmakça bir savaşa girmeye karar verdi. 21-24 Temmuz 1977'de yaşanan savaş "Dört Gün Savaşı" adını almıştır. 4 gün süren bu savaş her iki taraftan ölümlere, yaralanmalara ve askeri kayıplara sebep olmuştur.
Cezayir cumhurbaşkanı Huari Bumedyen, savaşın sonlandırılması ve Mısır kuvvetlerinin Libya'dan çekilmesi için temaslarda bulundu.
Bu ahmakça savaş Mısır kuvvetlerinin yaklaşık 100 asker,4 Mig-21 tip savaş uçağına mâl olurken, Libya kuvvetlerinin ise yaklaşık 400 asker,60 tank ve 20 savaş uçağına mâl olmuştur.
Bu savaşın altında yatan ana sebep "milli güvenlik" yahut yeni ifadeyle "vatanın güvenliği" ya da "ülkenin güvenliği" idi. Bu savaş sonucunda tüm Arap devletleri ve halkları için birleşik bir "ulusal güvenlik" fikri sonsuza dek ortadan kalktı. Zaman zaman vahdet marşları ve şiirleri söylense de her devlet kendi "ulusal kabuğuna" çekildi.
Libya'ya askeri müdahale sinyalleri veren diktatör Abdulfettah el-Sisi'nin ahmaklığı Libya'ya saldıran Enver Sedat'ın ahmaklığından az değil.
İsrail, geçen 43 yıl boyunca Mısır'ın siyasi ve askeri kararlarının derinliğine nüfuz etti.
Ve hareketinin yönünü belirlemede en etkili, egemenlik hayallerine ulaşma yolunda, ona bağlı bir eksen oluşturarak, Sisi rejimi, yeni Suudi otoritesi de dahil olmak üzere, daha önce Benjamin Netanyahu'nun en değerli buluşu ve Şimon Peres'in en değerli torunu olduğunu açıkça ortaya koyan "ılımlılık" kampı olarak bilinen BAE ve Bahreyn ile birlikte zirvede yer alıyor.
Şüphesiz, Abdulfettah El-Sisi, Libya sınırına yakın büyük bir askeri fuarda, Libya topraklarına askeri olarak müdahale edeceğini, Libya'yı insani ve coğrafi olarak bölme konusundaki çılgın projesi çerçevesinde, Libya halkının bir kesimini diğer bir kesime karşı eğitmek ve silahlandırmak istediğini dile getirdi. Bunun karşılığında da yüzsüzce çocuklarını kendilerine geri teslim edeceğini açıkladı. Böylece durumu Libya sınırlarında kalmayacak bir iç savaş haline getirdi. Hatta daha batıya yayılmayı, tüm Kuzey Afrika'ya taşınmayı amaçlıyor.
Tersine dönüp dönmediğimizi ve bir Arap rejiminin hükümdarının Mısır gençlerinin bir bölümünü iç savaşta eğitmeye göndermek için aldığını ve Mısırlıların başka bir kesimiyle savaşmak için silahlarla geri döndüğünü düşünün. Bunu sadece Mısır'a, ülkeye, insanlara, tarihe ve coğrafyaya yapılmış bir hakaret olarak mı isimlendiririz?
Sonuç olarak Sisi'nin batıya gitmesi sadece güney tehlikesiyle yüzleşmekle ilgili bir görevden kaçınmak değil, bundan önce bir tür içsel saldırıdır. Bu da baskıcı askeri güç hakkında konuşmasını içeriye bir mesaj haline getirdi. Dışarıya yönlendirilmeden önce, bir katliamla iktidarı ele geçiren general Delta ve Sina'da binlerce Mısırlı, asker ve sivili öldürmek için kullanılan "terörle savaş" şemsiyesi altında kendi halkına karşı savaştı. Böylece zulüm ve terörizm ittifakı ceset ve haritalar üzerinde yaşamaya devam etti.
Bir kez daha diyoruz ki Mısırlıların kanını boşa harcayan kişi Nil'in sularını savunmaya layık değildir. Gördüğünüz her şey bir güç gösterisinden ibarettir. Asıl maksat Rönesans Barajı değil korku ve umutsuzluğun barajlarını yüksek tutmaktır. Bu nedenle de savaş ve barış yoktur. Sadece bugünün ve geleceğin imhası ve yıkımı vardır.