Otobüste yanıma üstüne fena halde sigara kokusu sinmiş, dişlerini de aynı etki ile görüntüsel kirliliğe bulaştırmış bir adam oturuyor. Çantamdan nane şekeri çıkarıyor ve gösterişli bir şekilde ağzıma atıyorum. Gösteriş işe yarıyor ve adamın dikkatini celp ediyor. Tamam; vurmanın zamanı; nane şekerini adama uzatıyorum, alırken ekliyorum; “Ağız kokusunu örter ama cekete sinmiş kokuda işe yaramaz.”
Aslında rahatsızlığım nesnellikten öte bir şey. Zira Koyun kokusunun bütün ağırlığına rağmen yanıma oturan bir çobandan rahatsız olmuyorum. Rahatsızlığımı engelleyen şey üreticiye duyduğum manevi saygı. Mana nesneye her zaman üstündür enim için. Ve insan kendini şartlayan, önyargılara sahip varlık.
Bir çok durumda önyargılar değerlidir. Önyargısız insan savruk olur, önyargılarını çözebilmiş ve yönlendirebilmiş insan ise “Münevver” (Entelektüelden daha aşkın). Özellikle savruk postmodernist (Bu eklektizmin Batıdan ithal olanı) tiplerin çoğaldığı günümüzde.
Entelektüel ve aynı zamanda İslami hassasiyete sahip sigara müdavimi arkadaşlarım var. Kişiliklerindeki bu hassasiyetlerin manevi hazzı ile nesnel ve aynı zamanda mana fakiri sigara kokusu arasında ikilemde kalıyorum. Bu nedenle olacak, bu arkadaşlarla bir Cuma günü Banyo yapmış ve temiz kokular sürülmüş şekilde, Cuma’nın bizim sünnetimiz olan Pilav kokulu ardılında sohbet daha iyi geliyor. Toplumsal yararı (tercihen) tespit edilmiş geleneksel seremonilerin entelektüel çerçeveye tersliğinden söz edilemez. Ve dahi sıkı sıkıya uygulanmasında maslahat var.
Entelektüalizmin şartı olmayan sigara kokusu yerine, toplumsal yararı olan geleneksel seremoninin uyumu derken aslında maruf olan bir Örfe işaret ediyoruz.
Neden mi? Örfi seremonilerin mecaza hamledildiği, boşalmış içini doldurmak yerine tamamen terk edilip, İnsan Doğasının (Fıtratının) ayrılmaz eylem biçimlerini buharlaştıran Oryantalist zihniyetlerin aşındırdığı “Okumuşlarımıza” (aslında modern paradigma içerisinde okutulmuşlara ya da iğdiş edilmiş/eğitilmişlere desek daha iyi) gerekli gördüğümüzden.
Her seremoni doğru ya da yanlış bir eylem ve seremonisiz bir hayat yok. Hayat boşluk kaldırmıuyor, kaldırılan her seremoni yerine modern bir davranış biçimi koyuyor, modası geçtikçe tekrar tekrar atılacak olan.
Selam verisiniz söz olur, el sıkarsınız eylem olur, gülümsersiniz sadaka olur, ibadet olur, sonrasına (salihata) yol olur. Yoksa ne işiniz var muhabbetle, sosyalite ile…
Bu özelliklerin noksan olduğu bedbahtlarla aynı karelerde yer almanın dayanılmaz ağırlığı da cabası. Yoksa yer bitirir bu birliktelik sizi, kalbinize ket vurur, değerleriniz örselenir, nihayet o çok karşı çıktığınız(zı sandığınız) dilinize pelesenk zulme teşne olursunuz da farkına varmazsınız.
Devrimcilik denilen şey nargile salonlarında yenilen peynir ekmek midir yoksa sokaklarda Bedevice harcanan taş parçası mı? “Önce fikir mi, eylem mi?” metaforlarını ya da “Devrimcilik o değildir, bu değildir” ajitatif tevillerini bir kenara koyun, bence tam da değeri olmayan peynir ve taş diyalektiğidir (edebiyatıdır.)
Değer kalmamışsa at sepete.
Sözler, eller, eylemler kalbin aynasıdır, sorumluluğun direğidir.
Yani “yapsak ta olur, yapmasak ta” diye bir şey yok.