100 binden fazla insanın katledildiği Suriye’de ancak kimyasal katliam sonrasında Esed cuntasını durdurmaya yönelik ABD’nin başını çektiği ciddi bir askeri müdahale söz konusu oldu. Maalesef bu vesileyle bir kez daha alevlenen tartışmanın merkezinde yine Suriye halkı ve içinde boğulmaya mahkûm edilmek istendiği acılar yer almıyor. Böylesi bir tutum yani Suriye halkını önemsizleştiren ve gitgide stratejik hesaplar karşısında edilginleştiren siyasal söylem ve pratik önermeler sadece Batılı/Batıcı paradigmaya ait değil ne yazık ki.
Suriye halkının iradesine hiç itibar etmeksizin ama özellikle Suriye halkının dışında ve de ona rağmen çizilmek istenen yol haritaları için emperyalist ve despotik devletler kadar entelektüeller de devrede bulunuyor. Evet, bu furyada yer alan ulusalcı, sol-sosyalist, liberal sol aydınlar kadar İslamcı aydınları da kast ediyorum. Çünkü Suriye’de yaşanan yıkım ve katliam sürecinde İslamcı aydınlardan bir kısmının üstlenmiş olduğu misyonun öncelikli olarak adalet ve merhameti merkeze alan İslam itikadı, Müslüman kardeşliği ve insanlığın maslahatıyla hemen hiç alakası yoktu. Ulus devletler gibi onlar da kendi imkanları ölçüsünde stratejik çıkarlara angaje hareket ediyorlardı.
Yanlış Teşhis Üstü Maksatlı Teşhir
Türkiye kamuoyunda Kemalist-ulusalcı karakteri baskın sol-sosyalist ve belli bir oranda liberal aydınların kamuoyu oluşturma gücü, gerçekleri ters yüz etme yeteneği olduğu muhakkak. Özellikle de anti-emperyalist duruş adı altında hem ulusalcılığa hem de despotik iktidarlara meşruiyet kazandırma hususunda. Esed/Baas rejimi tarafından bütün yıkım ve kıyımlara rağmen Suriye üzerinden itibarsızlaştırılmak ve ezilip yok edilmek istenen kim? Elbette Suriye’de de Türkiye’de de İslamcı siyaset.
Suriye ve Türkiye’deki İslamcı siyasete önerilen/dayatılan şunlar: 1963’ten bu yana devam eden Rusya’nın Suriye’deki emperyal müdahalesini görmezden gel. İran’ın ve Hizbullah’ın bölgesel nüfuz artırımı adına giriştiği katliamlara ‘mezhep çatışması çıkmasın’ diye sessiz kal. Baas azınlık rejimini temsil eden Nusayri-Alevi kimliğinin Suriye halkına tahakküm etmesine razı ol. PYD zorbalığı marifetiyle Müslüman Kürt nüfusunun laik-Batıcı ve işbirlikçi rolü kabullenmesi için öngörülen özerk yapıya zorluk çıkartmayın.
Hegemonya veya emperyal dayatma sadece ABD, İngiltere, İsrail veya Suudi Arabistan eliyle olmaz. Esed rejiminin bekası adına verilen savaş örneğinde olduğu gibi Rusya, Çin, İran ve Hizbullah da Batıdışı merkezlerden de kanlı ve yıkıcı dayatmaları söz konusu. Döktükleri kanla Suriye’de zirve yapan mevcut zulmü ve zalimleri görmezden gelmeyi tavsiye edenler aslında bizi gelmesi muhtemel daha büyük tehdit ve tehlikelerle korkutarak statükoyu muhafaza etmeye çalışıyorlar.
Suriye’de Esed rejiminin katliamları başladığı günden bu yana Ali Bulaç, Akif Emre, Atasoy Müftüoğlu gibi aydınların ilk ve öncelikli misyonu oluşturulmaya çalışılan ve temsil değeri tartışılan parçalı Suriye muhalefetini hedef tahtasına oturtmak oldu. Suriye halkında da Suriye halkıyla dayanışanlarda da hiçbir olumlu vasıf bulamamışlardı. Suriye halkı adeta basit bir piyon, aldatılmaya teşne akılsız bir güruh, irade ve istikbalini satılığa çıkarmaktan başka fikri olmayan güvenilmez bir toplum gibi takdim edildi.
Scud Füzesi Emperyalist Değildir!
Suriye halkı için hem AB-ABD hem de Suud ve AK Parti hükümeti eliyle ayartılmaya teşneymiş muamelesi yapıldı bu sebeple. Neticede Suriye meselesi arkasını Rusya ve İran’a yaslamış Esed/Baas rejimi eliyle icra edilen katliam ve yıkımlar üzerinden değil hep Esed/Baas rejimi sonrasına dönük Batı hesapları üzerinden okundu ısrarla. Sanki bu yıkım ve katliamları Batı zorluyor da Esed-Rusya-İran ve Hizbullah bloğu çaresizce bu katliam işleme girdabına kapılıyordu.
Mesela Ali Bulaç’ın Suriye üzerine sürekli tekrarladığı şu önermeye bir bakalım: “Türkiye, kralların ve Batı’nın tuzağına düştü” (29 Ağustos, Zaman) Müdahale ihtimali belirince de hızla “Suriye’de herkes kaybetti. En başta Türkiye, İran, İslamcılar, hepimiz!” plağını piyasaya sürdü. Suud’u ve Selefileri şeytanlaştırmaktan bir türlü İran ve Hizbullah’ın Şii fanatizmiyle oluşturduğu kan gölünün kardeşlerimizi boğduğunu teşhis edemedi. Ama daha da kötüsü iktidarla olan kişisel hesaplaşmasını İran ve Rusya’nın tezlerinin arkasına saklanarak entelektüel analiz ve kaygılar olarak pazarladı piyasaya.
Bir başka örnek Akif Emre. Şimdiye kadar hiç değinmediği Rusya’nın Tartus’taki askeri üssüne, Rusya yapımı silahlarla gerçekleştirilen katliamlara, İran Devrim Muhafızları ve Hizbullah savaşçıları eliyle Esed rejimin bekası namına gerçekleştirilen işgal ve katliamlara, “faillerini sis perdesi arkasındadır” diyerek telaffuz edemediği kimyasal saldırıları vs. unutmuşçasına bütün Müslümanları zan altında bırakmaya kalkıştı: “Esad katliamından Akdeniz ufkunda yükselecek Amerikan füzelerine sığınmak…” (29 Ağustos, Yeni Şafak)
Ey Suriye halkı! Entelektüel Terbiye Merkezimizden size son çağrı: Rusya, İran ve Hizbullah’tan temin edilen Scud gibi füzelerle gerçekleştirilen Baas katliamlarına kıyamete kadar sabredin. Yeter ki Amerikan füzeleri gölgelemesin bağımsızlığınızı.