Entelektüel Sefalet

MURAT AYDOĞDU

Siz, Batı klasiklerini, Felsefe kitapların, siyasi ve sosyolojik tarihçesini yalayıp yutmakla Kültür emperyalizminden kurtulabileceğinizi mi sandınız?,

Öyle bir hal oldu ki, kendi kaynaklarınızı bile o paradigmanın gözlüğü ile tarumar ettiniz.

Kendini entelektüel zanneden “Primitif Entelektüel”ler.

Sanayi devriminin manifacture (üretim zinciri) kültürü her bir adımda çalışan kişinin sadece kendi işini yapmaya yönelten, bilimsel ve teknik alanda da ihtisaslaşmaya yönelten bir zihin inşa etti.

Bu kaba ve yığın üretim olarak zanaatkârların metodolojisinden daha büyük güç elde ettirse de. Bilimsel ve entelektüel alanda birbiri ile ilintili bütünlükçü bir tasavvuru da parçaladı. Oysa hiçbir bilim, fikir ya da teknik mesele diğer alanlardan bütünüyle bağımsız değil ve kuvvetli bağlantılar var.

Bir münevver’in bu bağlantıları göz önüne alması gerekirken, günümüzün atomistik entelektüelleri birbirinden kopuk, kopuk olduğu kadar noksan düşünce sistematiğinde incelenen meseleyi toplumundan, tarihinden, zemininden ve diğer meselelerle ilgisinden ayrı algılamaya itildiler.

Oysa göz önüne alına mesele ilintili olduğu bütün alanların içinde ve onlarla birlikte anlam kazanmaktadır. Farklı alanlardan etkilenen meseleyi her bir alanındaki etkilerden kopartarak toplayıp bir araya getiren ve sadece kendi ihtisas sahasına hapseden anlayış; toplayıp elemeye bunlar içerisinde hoşa giden spot kısımları alt alta, yan yana dizerek orijinal olduğu sanılan maymunsu bir ürün ortaya çıkarmak popülist entelektüellik oluyor.

Müdavimleri de sanal medya’nın da şişirdiği hormonlu ve toplama bilgilerle aktivasyon kazanan ama dökülen tespih taneleri gibi bütünlükten kopmuş, omurgasızca dahil olduğu kitleler içerisinde ihalesi yüzyıllık kompedan oligarşik yapılanmalar tarafından kesilmiş manufacture’nin bir taşeronu olmaktan öteye gidemeyenlerden oluşur.

Gerçekten bilgiye ve bilgiler arasındaki bağlantıları yakalayan ama toplumsallıktan, kurumsallıktan ve fiili ameliyeden kopmuş “Kompedan Entelektüel”ler.

Batı kültürünün bireyselleştiren liberalizmi ile pişmiş, sosyalist ya da Faşist totaliter sistemlerin eylemselliğine özenmiş ama eleştirellik özelliği ile onlardan kopmuş nihilizmin sınırındaki entelektüellik.

Nietzsche’de zirvesine ulaşan, iyi tahlil ve eleştiri gücüne sahip parçalar arasındaki bağlantıları iyi kuran ama bireyselleşmenin en can alıcı noktasını yaşayan bu tip entelektüellik kurumsallaşmadan koptuğu oranda Primer Entelektüellerle aynı düzleme düşen, ahlaki alanı ayakları altından kaydıran bir entelektüellik.

Öyle ki Nietzsche’nin “Sözlerine ahlak adına başlayan kimse sahtekârdır” düşüncesini kabul etmese de içselleştirmiş bu tip entelektüeller bazen komplocu zihne sarıldıkları oranda komploya çok daha yatkın manifacture Primitif Entelektüellerin aşanda yanlarında olmasa da bildirilerinde arzı endam edebilirler. Gerçekte Nietzsche ironik bir biçimde bu Kompedan Entelektüellikle de kafa bulmaktadır ama neyse!, o ayrı bir konu.

Belki Batı kültürü içerisinde yetişen kişiler için, örneğin Roger Garaudy için bu yaklaşımı tolore edebiliriz. Koptuğu Marksist totaliterzmini ve Materyalist Liberal kültürü derinliklice analiz edebilen ama İhvan hareketine Entegrist diyerek dudak büken Roger Garaudy iyi bir düşünüdür, ama düşünür o kadar.

Kendisi bir türlü ahlakı ve toplumsal aktivasyonu ile ilişkisini kopartan Niezsche’nin Kompedan Entelektüelliğe tepkisinden olsa gerek boşluğu kısmen sufizmin karanlıklarına dalarak aşmaya çalışırken bireysel kalmaktan kutulamazken, İhvan’ın kendisini sürekli geliştiren kurumsal, sistematik ve toplumsal devinimi günümüze kadar gelir dayanır. Asıl kitleden entegre olan Kompedan Entelektüeller de sadece seyretmektedirler. Sadece seyretseler Ehli Kitab’ın âlimleri olarak sayacağız belki, ama halk hareketlerini karalayarak Kitap Yüklü eşeklere dönüşmelerine de tepki gösteriyoruz doğal olarak.

Arada belirmekte fayda var ki, Kompedan entelektüelliğin ahlaki boşlukta bazen sığındığı sufi bir damar da var. Yunan Sofistleri, Elitlerin davalarına demogoji sağlayan avukatlardır. Doğu Sufizmi saray entel’i Buda’nın soyut, Hermetik ahlaki vaazlarıdır. Tarih içerisinde İslam toplumu içerisinde sufizm (tasavvuf) aslında çoğunlukla eşraf’ın (çağdaş deyimle Burjuva’nın) ideolojisidir. Reel ahlaksızlığın batini dille meşrulaştırılmasına araç olduğu da sık görülür. Günümüz bazı Bohem Entelektüellerin kompedanlaşmasına ve alanı paylaştığı elit Burjuva kültürünün ahlaksızlığına meşruiyet alanı açmasında kullandığı sufi dil tesadüf olmasa gerek!

Gerçekte ters dönmüş bir paradigma hastalığı var. Demos’un kalabalıklarını her yerde bulabilirsiniz. Gladyatörlerin kanlı kavgalarını seyreden bir arenada ya da ilk dönem Hıristiyanların aslanlara yem edilişini gözleyen ya da modern çağda kahvehane köşelerini ve futbol maçlarında tribünleri dolduran kalabalıklarda olabileceği gibi Mabed Vaizlerini dinleyen, tv karşısında uyuklayan kadar duran trans halinde de gözleyebiliriz. Ya da çok daha erdemli birlikteliklerde gözleyebileceğimiz Demos’un ruhu aslında Ethos’tur.

Ethos, etik, Batı kültüründe Moralis olarak nesnelleşen ama bizim kültürümüzde yaratıcı ile bağını kopartmayan “Ahlak”.

Demos’u, hemde elitist ve yozlaşmış bir demos’u çok daha büyük ropluluklardan aktivasyon farkı dolayısı ile büyük gören zavallı entelektüellik nötr olan demos’un içinin elitist kesimlerdeki içi boşalıp Ethos’undan kopmuş Demos’una tapınırken gözleyebiliriz.

Aristotales ve Aquino’lu Thomas, uygarlaşma da Kominite’yi (toplum’u), asıl erdemi oluşturan değil bizzat özgür bireyselliğin önündeki en büyük engel olarak görür. Bu bireyselleşme Batı kültürünün kadim köklerine kadar uzanıyor.

Ali Şeriati’nin insanın dört zindanından birisi olarak tarif ettiği Toplum Zindanı da aslında gelenekçi ve aslından uzaklaşmış bir toplumu ifade ediyordu. Sanırım Sartre’nin bireysellikten kurtulamayan Batı tipti entelektüelliğinin etkisindeki Ali Şeriati’ye de bulaşan bir şey bu, ve kurumsal, köklü olmayan ama çok iyi bir eleştirmen olmanın sıkıntısı. Ali Şeriati iyi bir düşünce ufku açtı ama ne kendisi ne de talebeleri kendisini aşmadıkça toplumsal bir hareket’i tam anlamı ile gerçekleştiremeyecekler.

Bu, aslında Mele ve Mütref’in’in etrafına çöreklenmiş elit Demos’un ve onun ulufeliklerinin yaşam tarzına özenen Bohem Entellektüellikte vücud bulur. Mahalleden taşınmak bu olsa gerek!

1,5 Sene önce Haksozhaber’de “Özgürlük ve Ufukta Görülen Kemalist-Liberal İttifak” adlı bir makale kaleme aldık. “Sen ne diyorsun Kemalizm öldü, karşımızda Neo-Liberal muhafazakâr, Milliyetçi iktidar var. Arap Baharı denen ayaklanmalarda da bu ittifakı gözlüyoruz” minvalli tepkiler almıştık.

Bu bizim Kompedan ve Primitif (çakma) Entelektüellerimiz Şimdi süblimleşerek ortaya çıkan, hem de sadece Türkiye’de değil bütün İslam dünyasında liberallerin cephe değişikliğini (aslına rücu’yu) neden görememişlerdi? Aslında onlarla aynı meydanlarda konu mankeni olmalarına bakarak hala da göremediklerini akıl tutulmasına bağlıyorum.

İşin sırrı Ethos’ta çağımız mahalle kaçkını ve mahallesinde yalnızlaşmış entelektüelleri de kuşatan etik olandan, ahlaki olandan uzaklaşmanın ya da onu önemsememenin ürünü bu.

İslam dünyasındaki muhafazakârlık Batı’nın Conservatism’inden oldukça farklı ahlaki bağlılık duyduğu güçlü bir arka plan, bir Ethos’a sahiptir. Ve bu aidiyet totalitarizme karşı kendi yanında duruyor görülen Liberal ahlaksızlık ile ciddi bir çatışma halindeydi ve bu ayyuk’a çıktı o kadar…

Yine altı ay kadar önce haksozhaber’de “Patolojik Sirayet” adlı bir makale kaleme aldık. Şimdi Liberal, Sosyalist ve bilimim yoz ve ithal akımlarla düştükleri zelil durumdan kurtulmak için iktidar’ı vaz geçtik, İslami teşekkülleri bile “Kemalist Dil” kullanmakla itham eden bu Kompedan ve Primitif Entelektüel ittifak nasıl bir patolojik zehirlenmeye duçar olduklarının farkında bile değiller.

Söylem olarak iktidar’ın Kemalist bir buyurgan dil kullandığı tespitini bazen biz de yapabiliriz. Ama Kemalizm’in bu topraklarda hem ittihatçı bir geleneğin devamı hem de Kültür emperyalizminin, seküler materyalizmin taşıyıcısı olduğunu unutan ya da hiç anlamayan bu kesimlere inat konuya tekrar değinelim.

Liberalizm ve onun saldırgan görüntüsü Emperyalizm Demos’u etkilerken içeriğindeki Ethos’u, kendi değerlerini de ithal etmektedir. Ezici bir kültür istilasına direnme potansiyeli gösteren en güçlü damar da İslam kültürüdür. Çoğu kimsenin yanılgısı bunun sadece işgal orduları ile olduğu hatta son periyotta tüketim güdülerini tahrik eden silahsız ordular da olduğudur.

Oysa en güçlü hali ile ittihatçı darbeci iktidarlar eli ile gerçekleşir.

Bizim halktan kopuk Kompedan ve Primitif entelektüellerimiz; ne bu ordulara karşı çakacak halk birlikteliği, ne de bu Liberal ahlak’ın ürünü fıtri bozukluklarla alanları paylaşmaları neticesinde tüketim güdülerine direnecek ahlaki ve kurumsal bütünlük olmadığı gibi, kendi nefislerine de sinmiş ittihatçılıkla Kemalistlerle aynı alanı da paylaşabilmektedirler.

İttihatçılığın sadece teşkilat olduğu zannı ile kendi zayıf teşkilatlarını tamamlayacak finans ve kurumsal organizasyonlar olmadığından, kadim taşeronluk işlevini ise çok daha örgütlü marjinal sol örgütler yaptığından bizimkilere kalsa kalsa Konu Mankenliği kalacaktır. Tabi bu arada içselleştirdikleri ittihatçılık (Kemalizm) en patolojik hali ile Kemalist dil’den öte kendilerini mutasyona uğratmaktadır.

Buyrun, 6 ay önceki kalemimizden profillerini tekrar okuyalım.

Şanlı 1 Mayıs’ın meydanlarında yumruklarımızla yürürken, ikonlarımızın Atatürk yürüyüşlerine binaen pragmatizm devşirdiği Kemalistler neo-faşist zihin labirentleri ile taze kanlar verdiler 70’li yıllarda. Sirayet’in kronik zuhuru, 28 Şubattan sonra Neo-Maoistlerin aslına rücu etmesi ile uyandırdı bizi. Devşirdik zannettiklerimiz, nasıl da devşirmişti Darbeci Bizim Çocukları. Şimdi 1 Mayıs meydanlarında, ayetler eşliğinde yumruk kaldıran yeni yetme üç beş kişiye benzeyen patolojik kitleleri çok gördük biz mazimizde. Kemalizm’i Nekrofili diyerek gülüştüğümüz dönemlerin ardından, Şam’da Nekrofili diyerek dalga geçtiği anti-emperyalist ittifakın bizim bahçedeki sahiplerinin değirmene su taşıyıcı olması da, nefislerdeki nirayetin ve pragmatizmin ittifak gücünü gösteriyordu. Ne de Olsa Devrimci ve Nekrofili’lerle(!) ittifak, kaderin garip cilvesi ile, Atatürk ölmese de, Sirayeti Baki kalsa da, hep marjinal olacaklardı yeryüzünde.”

 

ETHOS, AHLAK

Bizim Entelektüellerimizin sefaleti kaybettikleri Ethos’tan kaynaklanmaktadır. Durdukları cephe’nin, Baasçılığın, Kemalizm’in ve de bütün fıtri sapıklıkların buluştuğu mekândaki varlıklarının da temeli bu.

Avrupa Aydınlanması’nın ilk ateşleyicisi Descartes aslında kapıyı açmasına rağmen savrulmaya dirençli bir ilke edinmişti. “Daha iyisini bulup pratiğe dökene kadar toplumun ve tarihin kabul ettiği normlara sıkı sıkıya bağlılık”

Adına uygarlık denen Avrupa geleneğinin insani, moral, politik, sanatsal, felsefi, bilimsel vs birikimini ve değerlerini topyekûn reddediyorum”  demektedir Rousseau. İşte Jakoben bizdeki karşılığı ile ittihatçı zihnin kopukluğu burada başlar.

Rousseau ve Nietzche’nin bireysel özne anlayışı aslında bir çıkmaz’dır, ve buradan ahlak ve bilgi kaynağı olarak Kapitalist, Burjuva birey doğmaktadır.  Batı siyasi diyalektiğinde de Burjuva birey anlayışına tepki de totaliter sistemleri doğurmaktadır.

Tabi postmodernizm’in öğütücü etkisi ile Aydınlanma’nın göz boyayan zaferleri ve üretimdeki patlaması ile Tabula Rasa adı altında Yeni Sayfa açma çabası bize de bulaştı. Bu oluşturulan boşluk yerine daha iyisi ile doldurulmadığından olsa gerek ekonomide olduğu kadar kültür dünyasında da o göz boyayan zaferler ve bol tüketim ellerinde patlamaktadır. Zira hayat boşluk kabul etmez ilkesi ile silip boş kâğıda döndürdüğümüz Kadim Geleneklerin yerini modern hurafeler ve sapkınlıklar almaktadır.

Batı patlayan paradigmaya Tarihin sonu gibi isimler taksa da, aslında bu kendi dünyalarının, kendi tarihlerini sonudur. İslam ülkelerindeki devşirmeleri de sürüklenerek Mısır Temerrüd ve Taksim Gezi parkına düşeceklerdir.

MacIntyre bunu, “Hayali dünyada moral çöküşünün, felaket tasarımının aslında gerçek hayatta içinden geçtiğimiz ve hala da geçmekte olduğumuz tarihsel evre” olarak tanımlar. Ve ona göre dünyanın geçirdiği krizin temeli bu Moralite Çöküşü’dür. Gezi parkı yenilgisinden, Temerrüd parkı darbesinin tesellisi ile çıkarken kendilerine ürettikleri Efsane ile birkaç on yıl daha oyalanacak, moral motivasyon kazanacak kesimler tarihsel evrenin içerisindeki kırıntılardan başka bir şey değil. Hayatı hep ilerlemeci gördüler ve kendi gerileyişlerini bir türlü sindiremiyorlar.

Bizim toplumumuzda, Kant’ın Batı’daki beklentileri ile Aydınlanmış toplum oluşmadı, onun yerine aydınlanmış sanılan elitlerin toplumun daha geniş katmanları ile çatışması yaşandı. Heiddegger bunu Kurtarıcı Tanrı motifi ile süslemeye çalışsa da, bunun bizdeki Bohem mahalle kaçkını tarafından Tanrı’nın Taksim’e inmesini beklemeye dönüşse de Aziz Benedict’iniz apoletli bir general olabilirdi ve Mısır da oldu da. Ama burada olmayan orada da kalıcı değil Kadim Phronesis (Aklıselim) pratik olarak halk kitlelerini sizden uzaklaştırıyor. Ethos’unuzu kaybettikçe de halkla bağlantılarınızı sağlayamayacaksınız.

Esaret zincirinin halkasını taşıyan İsrailoğullarını Mısır’dan çıkaran Musa(as)’ın mesajı dalalet döneminde asabiye ile attığı yumrukla öldürdüğü Kıpti’ye karşı alayına İsyan kültürü değil, çölde ve vahyin terbiyesinde aldığı kültürle üstün bir ahlak ile döndüğü zaman vuku bulan bir vaade ulaştı.

İsa(as) geldiğinde akdim Yahudi kültürü Yunan ve Roma kültür istilası altındaydı. Yahudi gençleri Yuna ve Roma insanları gibi giyiniyor,atletik özentilerle Gymnasiumlardan hamam kültürüne oradan süslü kıyafetlerine kadar yozlaşmanın pençesinde kıvranıyordu. Gençliğin düştüğü duruma karşılık meclislerde sofistike tartışmalar, felsefi soyutluklar almış başını gitmişti. İsa(as) ne yoz Gymasiumlara ne de de konsül meclislerini dolduran Demos’a yöneldi. O İsrail’in kaybolmuş koyunları olan Demos’un içerisinden Ethos’u ihya etti.

Muhakkak ki, İbrahim’i bir gelenek; üstün ahlak üzerine olan ve türedi olmayan bir Elçiye, Muhammed (as)’a gelen vahiy ile ihya olmuştu.