Yeryüzünde kan durmuyor. Suriye’de, Mısır’da, Gazze’de, Irak’ta, Doğu Türkistan’da mazlum kardeşlerimizin akan kanı yeryüzüne bulanıyor. Annelerin gözyaşları, bombalarla, kimyasal silahla, donarak ya da açlıktan ölen çocukların çığlıkları kulaklarımızı tırmalıyor. Deniz kenarında oynarken ölen çocukların cesetleri kıyılarımıza vuruyor adeta. Kulakları sağır eden bomba sesleri arasında kıpkırmızı oluyor çocuklar. Kim, nasıl yakıştırır ki ölümün, vahşetin, zulmün ve katliamın rengini o masum bedenlere?
“Çocuk her koşulda koruma ve kurtarma olanaklarından ilk yararlananlar arasında olmalıdır” diyor çocuk hakları ilkesi. Oysa çocukların üst üste dizili cansız bedenleri dondurma dolaplarında saklanıyor şimdi. Kan yalıyor Gazzeli çocuklar içine sıkıştırıldıkları dondurma dolaplarında. Sahi! Bir dolaba kaç ölü çocuk sığar ki? Kaç kafa, kaç göz, kaç kalp, kaç vicdan… Ve sizin sözde çocuk haklarını koruma olanaklarınız masum bedenleri dondurma dolaplarına mahkûm edecek kadar merhametsiz mi?
“Çocuklar sosyal güvenlikten yararlanmalı, sağlıklı bir biçimde büyümesi için kendisine ve annesine doğum öncesi ve sonrası özel bakım ve korunma sağlanmalıdır. Çocuklara yeterli beslenme, barınma, dinlenme, oyun olanakları ile gerekli tıbbi bakım sağlanmalıdır.” diyor sözde çocuk hakları bildirgesi… Peki hamile anneleri vurularak ölen Gazzeli çocukların büyüme hakkı yok muydu? Gazzeli annenin özel bakım ve korunmaya ihtiyacı yok muydu? Birkaç yıl önce 13 yaşında ki bir kız çocuğunu öldüren Siyonist İsrail askeri “üç yaşında da olsa yine öldürürdüm” cüretini tüm dünyayla paylaşırken çocuk hakları bildirgesi yürürlükte yok muydu?
Evet, ne yazık ki Ramazan ayından beri Gazze kan ağlıyor. Mısır, Myanmar, Irak kan ağlıyor… Vitir namazında katledilen Mısırlı çocuklar gibi teravih namazında katlediliyor Gazzeli çocuklar. Ve üç yıldır zalim Esed ve Şebbihaları Müslüman kardeşlerimizi havadan, karadan ağır silahlarla öldürürken, Suriye’de yaşanan vahşete karşı dünya halkları üç maymunu oynarken Suriye’nin onurlu insanları direnmeye devam ediyor. Ülkelerinde can güvenlikleri kalmayan bu insanların bir kısmı savaşın o çirkin yüzünden kaçarak komşu ülkelere sığınmaya çalışıyor. Çaresizlik içinde başka topraklarda var olmaya çalışan Suriyeli kardeşlerimiz için hayata tutunmak tabi ki kolay olmuyor.
Özellikle son dönemlerde Gaziantep, Maraş gibi illerde huzuru bozdukları gerekçesiyle “Tayyip İstifa”, “Suriyelileri istemiyoruz” sloganlarıyla protesto düzenleyen, Suriyeli muhacir kardeşlerimizin zor şartlarda çalıştıkları iş yerlerini yerle bir etmeye çalışan insanların kışkırtma amaçlı faşist eylemleri ise insanoğlunun ahlaki erozyonda geldiği son noktayı gösteriyor bizlere. En uzak şehirlerden bile en fazla 800 kilometre uzağımızda olan Suriyeli kardeşlerimizin hayatta kalabilme mücadelelerinde ülkemize sığınmak kadar doğal bir hakları olamaz. Ve bu faşist eylem biçimi Fatih Camii avlusunda yokluktan, çaresizlikten dilenen Suriyeli çocuğu tekmeleyerek merdivenlerden iten yaşlı bir adamın eylemine dönüşüyor birden.
Oysa bizler zulümden, katliamdan kaçarak ülkemize sığınmış bu insanlara ensar sıcaklığıyla yaklaşmalıyız. Muhacir olmak kolay değil elbette. Tıpkı Mekke’den Medine’ye hicret eden muhacirler gibi… Her şeylerini terk edip Medine’ye gelen muhacirler gerçekten büyük sıkıntı ve yokluk içindeydiler. Ve ilk öncü ensar topluluğu bu kardeşlerinin yokluk, sıkıntı ve eziyet çekmemesi için ellerinden geleni yapmaya çalışmıştı. Ve bu yüzden Enfal Suresi 74. ayette Rabbimiz muhacire ensar olanları “gerçek müminler” olarak tanımlamıştır. Bizlerde gerçek müminler olmanın yollarını arayıp Suriyeli kardeşlerimizle aramızda bir kardeşlik tesis etme çabasında olalım. Kimi zaman dualarımız, kimi zaman yardımlarımız ve kimi zamanda evimizi, ocağımızı paylaşarak kardeş olduğumuzu gösterme zamanıdır. Yani birbirimize hak ve adalet ölçüsünde sahip çıkarak dualarımızı fiili duaya dönüştürme zamanıdır.
Mescid-i Aksa’nın Muhafızı Raid Salah zaten dualarımız için bu istikameti çiziyor. Ve diyor ki “Kudüs’ün kurtuluşu Dimeşk’in kurtuluşundan ayrı düşünülemez!”
Üç yaşındaki yaralı Gazzeli çocuğun “Ya Rabbi! Ya Rabbi!” diye feryat eden teslimiyeti; ölümün kıyısında annesine kavuşan çocuğun “bugünde ölmedim anne” ifadeleri; yaralar içinde Suriyeli bir çocuğun doktora“pijamamı kesme o daha yeni”; veya “annem bugünde bir şey olmadan geldiğim için sevinmişti”sözleri hepimizin içinde cam kırığı gibi dolaşıyor. Ve hepimizin yürekleri paramparça oluyor…
Ancak unutmayalım ki, “Burası Gazze, Başını Dik Tut” diye yazılı Gazze’nin duvarları, “Allah seni amacına ulaştırmasın Ya Beşşar inşallah ölürsün” diyen masum bir çocuğun duası ve adanmışlığın onuruyla bir kez daha ayakta kalıyor Ortadoğu halkları… Tıpkı bir elif gibi… Biraz hüzünlü ama dimdik, cesur ve vakur…