Enerji geçiş ülkesi olurken (2)

Ali Bulaç

Şu anda Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi'nin kontrolü altında bulunan bölgede Irak petrollerinin yüzde 20'sinin -dünya enerji kaynaklarının yüzde 2'si- hangi güzergâh takip edilerek Akdeniz'e ve dolayısıyla Batı'ya taşınacağı konusu önem kazanmış bulunuyor.

Kuzey Irak'ın denize kıyısı olmadığına göre, bu enerji Türkiye veya Suriye üzerinden Akdeniz'e taşınmak durumundadır. Bugüne kadar da Türkiye üzerinden taşınıyor. Duruma göre ikinci bir seçenek de yok değil. O da Suriye'nin devreye girmesi, hatta Kuzey Irak, belki de gelecekte Kerkük ve Musul petrollerinin Kuzey Suriye üzerinden İsrail'in Hayfa limanına taşınması düşünülebilir. Bir süre önce Türkmenlerin yaşadığı Telafer'de ve nüfus yoğunluğu Kürtlerden oluşan Kamışlı'da yaşanan olayları buna bağlayanlar var.

ABD tabii ki bu aşamada Türkiye'yi tercih ediyor. Ancak henüz pek telaffuz edilmeyen bir görüşe göre Türkiye'nin etkinliğinin fazlasıyla artırılmasına kuşkuyla bakan Mısır ve Suudi Arabistan (Arap ligi), Suriye'nin de denkleme dahil edilmesini istiyor. Arap liginin arzusu, Hayfa limanına güzergâh açmak değil, "Batı kampı adına Türkiye'nin sevimsiz rol oynaması" ihtimaline karşı bir tür kontra tedbir. Her halükarda Türkiye, Suriye ile ilişkilerini düzeltmeye kararlı. Bu çerçevede düşündüğümüzde Türkiye'nin önüne şunların konulduğunu söylemek mümkün:

1) Kuzey Irak petrolleri eğer Arap liginin arzusu yönünde Suriye üzerinden Avrupa'ya taşınacaksa, Suriye'nin Batı tarafına çekilmesi lazım. Bu, nakil hattının güvenliğinden başka, İran'ın bölgede yalnızlaştırılması, dolayısıyla Hizbullah'ın ve Hamas'ın lojistik desteklerinin kesilmesi anlamına gelecektir. 2) Yine enerji nakil hatlarının güvenliği için PKK'nin etkisizleştirilmesi gerekir. Kürt açılımıyla, "Kürt sorununun makul çerçeveye çekilmesi" ve PKK'nın ya "ikna" veya "etkisizleştirme" yoluyla bir tehdit olmaktan çıkarılması hedeflenmektedir. 3) Yeni nakil güzergâhı üzerinde Ermenistan önemli bir noktada bulunduğundan, Türkiye'nin Ermenistan'la ilişkilerinin iyileştirilmesinde zaruret var; Ermenistan açılımının ikinci adımı Ermenistan-Azerbaycan yakınlaşmasıdır. 4) İran önemli bir enerji havzasıdır, ancak 1979 yılından bu yana sistem dışı kalmayı tercih etmektedir. Bugün de nükleer enerji programı yürütmekte ve küresel ekonomiye karşı özerk bir alanda durmaya çalışmaktadır. İran'ın ya ikna yoluyla sisteme dahil edilmesi veya etkisiz hale getirilmesi lazım.

Bu açıdan, Zürih'te protokoller imzalanırken ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton, Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov, Fransa Dışişleri Bakanı Bernard Kouchner ve AB Yüksek Temsilcisi Javier Solana'nın sürece var güçleriyle müdahil olmaları dikkat çekiciydi.

Gelişmelere bir bütün olarak baktığımızda, Türkiye'nin ABD ve Avrupa'nın artan enerji talepleri dolayısıyla bu sürece dahil edildiğini görüyoruz. Enerji kaynakları üzerinde ne kadar büyük bir kavga varsa, nakil hatları üzerinde de o kadar büyük bir kavga vardır, olması mukadderdir. Acaba, "Türkiye, enerji santrali ve transit ülkesi" haline gelmekle, petrol üreticisi ülkeler gibi tehlikeli bir konuma mı gelmiş bulunuyor, sorusu zihinlerde uyanmaktadır. Türkiye zaten, jeostratejik veya başka deyişle "çıplak coğrafyası" dolayısıyla yeterince kritik ve riskli bir konumdaydı. Şimdi enerji kaynaklarına sahip bir İran, bir Irak veya bir Suudi Arabistan gibi ilave bir risk almış mı oluyor? Bunun Türkiye'ye getireceği maddi/parasal fayda tabii ki hesaplanabilir, ama fayda yanında maliyet ve zarar hesabı da yapılmalıdır.

Herhangi bir korkuya kapılmadan ve abartmadan şunu söyleyebiliriz: Bundan sonra Batı'nın üzerimizdeki ilgisi daha artacak, üstelik Rusya da Batı ile olan rekabetini bizim üzerimizden sürdürmeye devam edecektir. Bu zaman içinde daha da şiddetlenecek olan rekabet ve çatışmaya giderek enerji ihtiyacı ve talebi artmakta olan Çin ve Hindistan'ın da katılacağını hesaba katmamız lazım.

ZAMAN