KCK yönetimindeki değişiklikler ve Murat Karayılan’ın son açıklamaları, çözüm sürecinin tıkandığı yönünde tartışmalara neden oldu.
Kürt sorununu yakından takip eden, başından bu yana süreci destekleyen Prof. Mithat Sancar gibi pek çok isim, bu son gelişmeler karşısında hızla endişeli kalemlerin arasına savrulmaya başladı. Sanırım bu durum, yazarlarımızın görüş ve düşüncelerini tarafların günlük demeçlerinin üzerine inşa etmeye çalışmalarından kaynaklanıyor. Bu yüzden ruh halleri ve düşünceleri günlük olarak değişiyor.
Çözüm sürecine dair analizlerde nedense gözden kaçan önce “gerçekler” oluyor. Yüksek siyasi tansiyon ve kutuplaşma, analizlerin objektiflikten uzaklaşmasının nedeni olabilir. Ama etrafımızda olup biteni doğru anlamaktan başka çaremiz olmadığından, politik endişelerin bizi “gerçeklerden” uzaklaştıran tuzağına düşmemeliyiz.
Sürecinin tıkanma evresine girdiği yönündeki değerlendirmelere katılamıyorum. Yüzyıllık geçmişi olan, kan ve gözyaşıyla kördüğüm halini almış bu meselenin çözümünün kolay olmadığını sanırım herkes kabul eder. Çözüm için yakalanan müzakere zemini bile başlı başına büyük önem taşıyor. Sürecin zorlu olacağı, türlü engellerle karşılaşacağı ve karşılıklı taktik hamlelerle yol alacağı önceden öngörülebilir gelişmelerdir.
Bu gerçeklerle her karşılaşıldığında aydınların “süreç bitti” diye karamsarlığa kapılması anlaşılır değil. Gizli bir heyecanla bu sürecin tıkanmasını bekleyen pek çok “liberal” ve “demokrat” gazeteci-yazar da var. Onlar sürece her baktıklarında maalesef, ekranda dev harflerle “The end” yazılı bir spot görüyorlar. Taraflar, mevcut kararlılıklarını sürdürdükleri müddetçe sürecin sonunun geleceğine inanmıyorum. KCK’nın 30 Haziran-5 Temmuz arasında gerçekleştirdiği toplantıda kabul edilen 10 maddelik yol haritası, örgütün, çözüm sürecine ilişkin tutumunu öğrenmemizi sağlayabilir. Söz konusu bildirinin üç maddesi İran ve Suriye’deki gelişmelere ayrılmış, yedi maddesi ise doğrudan çözüm süreciyle ilgili. Birinci maddede Öcalan’ın yeni yol haritası ve Newroz’da açıkladığı “çözüm bildirisinin” kabul edildiği belirtiliyor.
İkinci maddede kongre, KCK Yürütme Konseyi Başkanlığı’nın 23 Mart’tan itibaren uyguladığı ateşkes kararıyla çekilme durumunu onaylayan karara imza atıyor. Üçüncü maddede örgütün askeri kanadı HPG’nin “ateşkes durumunu koruyup geri çekilme planını uygulanması” kararlaştırılıyor.
Dört, beş ve altıncı maddede, AK Parti üzerinde “demokratik siyasi baskı oluşturmak” hedefleniyor.
Yedinci madde çok önemli. Bu maddede “Süreç bozulsa, sabote edilse dahi yönetimimiz, Önder Abdullah Öcalan’ın sözüne-duruşuna göre tutum geliştirecektir” deniyor.
KCK yöneticilerinin, bu maddelere bağlı kalması durumunda sürecin sekteye uğramayacağını düşünüyorum.
Çözüm sürecinin hükümet tarafından tıkatıldığı iddialarına gelirsek; bu iddia sahipleri “Gezi sürecinde zor durumda kalan hükümetin, seçimler nedeniyle çözümü askıya aldığını” savunuyor. İddia sahiplerinin pek gerçekçi olmadıklarını düşünüyorum.
Nedeni şu: Çözüm takvimini oluşturanlar seçimleri göz ardı edecek kadar aptal ve öngörüsüz değil. Sürecin bütün aşamaları önceden detaylıca planlandı. Ayrıca, siyasi tarihimizdeki en radikal adımı atarak, PKK ve Kürt sorununu demokratik yollarla çözme iradesini gösteren Başbakan Erdoğan ve AK Parti hükümetinin “çözüm sürecini tıkayan taraf” olduğunu savunmak da “gerçekçi” değil. Dürüstçe söylemek gerekirse çözüm sürecini başlatan siyasi iradeyi yıpratmaya dönük kara propagandadan başka bir anlama gelmiyor, bu yönde yazılıp çizilenler.
Bu tabloya bakarak çözüm sürecinin tıkandığı iddialarının gerçeği yansıtmadığını söyleyebiliriz.
AKŞAM