Haziran boyunca devam eden ve zaman zaman, diğer şehirlerde de sürdürülmek istenen ’İst.-Taksim Hadiseleri’ etrafındaki tartışmalar ve yorumlar henüz de devam ediyor. Bu arada ilginç bazı açıklamalar da olmuyor değil.. Romancı Orhan Pamuk da, (USA’nin liberal siyaset ve sanat dergilerinden) The New Republic'e verdiği mülâkatta, bu konulara değinmiş; onun bu sözlerden niyeti ve hedefi her ne olursa olsun..
30 Temmuz tarihli medyada yer alan haberlere göre, Pamuk, ’milyonlarca kişinin şehirlere akın etmesinin siyasî İslam'ın muhafazakâr türlerinin güçlenmesine neden olacağını düşünüyor musunuz?’ şeklindeki soruya cevaben şöyle demiş: ’Bir ülke zenginleşince bireysellik duygusu güçlenir, (…) bireyler sokağa çıkar ve parklarda ayaklanır. Bu gösteriler organize değildi. Siyasi partiler bunu yönetmeyi başaramadı. Bu protestolar, Erdoğan'a ya da (…) dünyanın bu bölgesindeki herhangi bir kişiye şunu söylemenin en iyi yoluydu: Bir ülke fazla zengin ve karmaşık hale gelirse, o ülkenin lideri kendisini güçlü hissedebilir. Ancak aynı zamanda bireyler de güçlü hisseder. (…) Bir siyasi programları ya da partileri olmayabilir ama dışarı çıkıp etkileyici bir 'hayır' derler.’
Evet, bu sözler içinde, üzerinde durulması gereken bazı hassas cümleler de yok değil.. Özellikle de, ’ülkeler zenginleşirken, ferdlerin de zenginleşip, kendilerini güçlü hissedip, güç gösterisi yapmaya kalkışabileceği’ne değinen bölüm.. Bu söz önemli.. Çünkü, maddeten zenginlik, manevî zenginleşmeyle birlikte olmuyorsa, ortaya işte böyle vandallıklar çıkabiliyor. Halkının ve ülkesinin hayrını değil, sadece kendi haz ve zevklerini ve güç gösterilerini sergilemek isteyen, kendi nefsine tapınan, ruhları bomboş kalmış nesiller..
Ve sonra da, emperyalistler, oynadıkları oyunlarla alt-üst ettikleri sosyal bünyelerin içinde şaşkına dönmüş halklara akıl hocalığı yapmaya ve yol göstermeye başlıyorlar tabiatiyle..
Emperyalist odakların hele de Mısır’da elde ettikleri ’başarı’dan sonra, yeni başarılar için daha bir iştahlandıkları görülüyor.
Bilindiği üzere, ingiliz emperyalizminin etkili yayın organlarından The Times’da da, bu konuda, geçtiğimiz hafta, kendi sahalarında az-çok ünlenmiş 30 kadar kişinin imzasını taşıyan bir ortak bildiri yer almıştı. Ve bunlar arasında, T.C. vatandaşı sadece iki kişinin imzası vardı. Bu iki kişiden birisi, bir piyanist, diğeri de film yapımcısıydı. Atatürk biyografisi yazmış, türkçe de bilen bir ingiliz yazarı olan Andrew Mango dışındaki diğer yabancı imzacıların çoğu film yapımcıları kimseler olup, onlar hakkında söylenen, ’Türkiye’nin haritadaki yerini bile gösteremiyecekleri’ şeklindeki iddialar da yersiz sayılmaz. Ama, onların, hele de Türkiye gibi bir ülkeyi yönetiyor gibi olmanın verdiği gurura ortak olmak ve önemli kişiler sayılmak için, bildiriye imza koymaları gerekiyordu. Bildiride, ’Atatürk’ün öngördüğü şekilde laik bir cumhuriyet olarak kalmasını isteyen’ eylemcilere karşı, Tayyîb Erdoğan diktatoryal yöntemler uygulamak’la suçlanıyor, ’verdiği emirlerden dolayı meydana gelen ölümlerin Strasbourg’da (AİHM’de) dâvâ konusu olabileceği’ tehdidi savruluyordu.
Daha da ilginç olan, o protestocuların laik cumhuriyeti korumaya çalıştıklarını söyleyenlerin başında, Türkiye konusunda görüş belirtebilecek kadar bilgi sahibi tek kişi durumunda olan Andrew Mango’nun M. Kemal hakkındaki tesbitlerinin, ’laik cumhuriyeti korumak için eylem yaptıklarını’ söyleyen kesimlerce pek bilinmiyor olması.. İstanbul doğumlu olan Mango’nun, M. Kemal hakkında, ’Atatürk, Vahdeddin’i kandırdı, Bakan olmak için yalvardı; (O zamanki ismiyle, Harbiye Nâzırı) olamadığı için, Osmanlı’ya küstü.. Olsaydı, Kurtuluş Savaşı’na girmezdi. Çanakkele’deki hatalarından dolayı binlerce asker öldü.. O müslüman değildi.. vs.’ gibi değerlendirmelerini Akşam yazarı Fikri Akyüz aktarıverdi.
Sözkonusu bildirinin, 25 bin dolar karşılığında yayınlandığı ve bu paranın Atatürkçü Düşünce Derneği (ADD)’nin İngiltere şubesi tarafından karşılandığı, o bildirinin metnini kendisinin hazırlamadığını, sadece imzalanmasını organize ettiğini belirten film yapımcısı O. Kavur isimli T.C vatandaşının beyanlarından anlaşılıyor. Öteki imzacı T.C. vatandaşı piyanist F. Say ise, metni görmeden imzaladığını söylüyordu.
Şimdi, dışardan gazel okuyan bu kişiler ve ne dedikleri o kadar önemli değil.. ’The Times’, bir ilanla 25 bin doları birden cebe indirmenin zevkinden dört köşedir, önemli olan bu herhalde..
Protestocular sevinin.. Amerika da, devrede..
Ve, 31 Temmuz günü medyaya yansıyan haberlere göre, ABD Kongresi, Gezi Parkı protestolarını incelemeyi sürdürüyormuş.. Amerikan Kongresi’nin Temsilciler Meclisi kanadında geçen ay yapılan Türkiye konulu özel oturumun ardından, şimdi de Kongre’nin Senato kanadında ’Türkiye Nereye Gidiyor? Gezi Parkı, Taksim Meydanı ve Türk Modelinin Geleceği’ konulu bir toplantı gerçekleştirecekmiş..
Demokrat Partili Senatör Chris Murphy’nin başkanlık edeceği bu toplantıda ‘yüksek fikirleri’ni, entrikalarını parlak nutuklarla ortaya koyacak olan uzman isimler ise, uluslararası ilişkiler ağırlıklı düşünce kuruluşu McCain Enstitüsü direktörü (ve ABD’nin NATO’daki eski Daimi Temsilcisi) Kurt Volker; USA’nın Ankara eski Büyükelçisi James Jeffrey, 13 yıl boyunca Demokrat Parti m.vekili olan ve şimdi Ortadoğu Barışı Merkezi adlı bir düşünce kuruluşunun başında çalışmalarını sürdüren Robert Wexler, ve Boğaziçi Üni.’de uzun yıllar ders veren, Türkiye’yi çok yakından bilen Boston Üni. antropologlarından Jenny White.
Ama, diplomatik bir mahiyeti olmaması için, bu toplantıya da, Obama Yönetimi’nden kimse katılmayacakmış.. (Gerçi, Türkiye, Taksim Hadiseleri üzerine, Amerikan Yönetimi’nden daha önce yapılan müdahaleci nitelikteki açıklamalara karşı itirazını bildirdiğinde, ’Mâdem ki, , Batı Kulubü’ndesiniz, biz size karışırız!’ karşılığını verdiğini de unutmamak gerek..)
Hatırlayalım, daha önce de, 12 Şubat-2013’de, Amerikan Girişimcilik Enstitüsü (American Enterprise Institute, AEI) isimli düşünce kuruluşunca düzenlenen, ’Kod adı: İstanbul İsyanı’ başlıklı bir beyin jimnastiği oyunu tezgâhlanmıştı. O çalışmadaki hedefin, ’Apolitik (politika-dışı kalmış) türk gençliğini sokağa indirerek canlı tutmak' olduğu da açıkça beyan edilmişti. Tabiatiyle, o hayâlî proğram da, son derece mâsumâne idi. Çünkü, USA emperyalizminin kocaman kocaman isimleri katılmıştı o toplantıya.. Meselâ, Obama’dan önceki Amerikan Başkanı G. W. Bush zamanında USA dışsiyaset stratejisinde oldukça etkili olan ’Yeni Muhafazakârlar’ denilen ’New-Con’ların önde gelen isimlerinden Michael Rubin yönetiyordu, bu beyin jimnastiğini.. (Bush döneminin Sav. Bakanı) Donald Rumsfeld, USA dış siyasetinin ünlü teorisyenlerinden Paul Wolfowitz, Demirel’in C. Başkanlığı döneminde zamanında Atatürk Ödülü ile ödüllendirilen Amerikan yahudisi tarihçi Bernard Lewis, (Karanlıklar Prensi) diye anılan ve uluslararası entrikaları tezgahlamakla meşhur olan Richard Perle, USA’nın BM eski baştemsilcisi John Bolton gibi isimler de, bu ’mâsum oyun’un izleyicilerindendi.. Ki, bu gibi varsayımlara dayalı planlamalar, B. Amerika’nın emperyalist birimlerince hep yapılmaktadır. Sözkonusu toplantıya ev sahibliği yapan Amerikan Girişimcilik Enstitüsü AEI’in Halklar İlişkiler Direktörü Veronique Rodman ise 'Stajyerlerimiz ve gençlerimizin katılımıyla ve onları onurlandırmak için düzenlenen (strateji oyunu) serilerimiz vardır, ancak resmî hiçbir şeyle bir bağlantısı yoktur.' diyordu, bu ’mâsum’ beyin jimnastiği hakkında..
Şimdi de, benzer şekilde, ’mâsum’ emperyalist oyunlar..
’Çevrecilik, Yeşil korumacılık, Anti-kapitalistlik, Ulusalcılık, Özgürlükçülük’ vs..’ gibi isim ve iddialarla sosyal sahneye zâhiren mâsum iddia ve sloganlarla çıktıklarını ileri sürenler, siz ne derseniz deyiniz, yaptıklarınızın asıl karşılığı, kapitalizmin en üst seviyeli mâbedlerinden sayılan Amerikan Kongresi’nde işte böyle ele alınır. Belki de, farkında bile değilsiniz kimlerin oyununa geldiğinizin..
Hele de Mısır’da hedeflerine vardıktan sonra, şimdi, iştahları niye daha bir kabarmasın? Emperyalist odaklar kısaca, müslüman coğrafyalarını kendi istedikleri şekilde yönetmeyen ve hele de müslüman halkların arzu ve talebelerine göre yönetmek isteyen yönetimleri istemiyor, onları safdışı etmek için her türlü entrikayı elbette ki yüksek insanî değerler adına diyerek, cilalı sözlerle tezgahlıyor. Mısır’da, bir askerî darbeyi bile alkışlayacak ve ona kılıflar uyduracak kadar, en kaba şekliyle oynanan oyun olsun, gözleri açmalı değil mi? Şimdi aynı emperyalist çevrelerin, Tunus’da da netice almak için, heyecanlandıkları görülmüyor mu?
Mısır gibi önemli bir ülkede çok şeytanca bir oyunu kolayca ve başarıyla uyguladıktan sonra, emperyalistler, kendi malları bildikleri, ’Bizim kulubümüzdensiniz, biz karışırız..’ diyerek, temeli, zâten hele de son 200 yıldır Avrupa ve Batı dünyasına bağlı siyasetlere dayalı olan Türkiye’ye de bir balans ayarı daha yapmak istemezler mi? Hem, Mısır medyasının bugün gelinen noktadaki uşaklık rolünü Türkiye’de de daha fazlasıyla oynayacak bir medya yok mu, sanki?
’Müslümanlar yönetimlerde olmamalı!’ Hedeflenen, bu!..
’Müslümanlar yönetimde olmasın da, kim olursa olsun..’ diyen anlayışın, Mısır’da neler yaptığını bir kez daha net bir şekilde gördükten sonra, Türkiye’deki Taksim Hadiseleri’ni planlayanların hedeflerinin de aynı olduğu görülmüyor mu?
Nitekim, bir tiyatrocu, ’1600 sene öncelerde yaşayanlarla nasıl bir arada yaşayabilirim ki?’ kabilinden bir takım laflar etmiş.. Ne demek istediği anlaşılmıyor değil.. Ama, o gibilerden, vurgunu oldukları dünyada, kendi köklerini, 5 bin yıl öncelere dayandıran Judo-Chrétienne (yahudi-hristiyan) bir kültür ve medeniyet anlayışını hatırlamalarını nasıl bekleyebiliriz?
Hatırlayalım.. 1920’lerde, Rusya’da bolşevik / komünist ihtilali olduğunda, Türkistan’da -şimdi yığınla cumhuriyetler olarak ve birbirleriyle sürtüşmeli halde ortaya çıkan cumhuriyetlerdeki- müslüman halkların okumuş sınıfları da, o zaman, kendilerini teceddüd (yenilikçilik) hareketinin ve hattâ teceddüd dininin mensubları olarak isimlendirip, ’müslümanlar olmasın da, kim olursa olsun!’ diyerek, ülkelerini ve halklarını komünistlerin eline teslim etmemişler miydi?
Bu vesileyle, bir diğer, ’mâsum’ kişiye de dikkati çekmek gerekiyor..
30 Temmuz günü medyaya yansıyan haberlere göre, İst.-Taksim’deki karışıklıklar sırasında ölenlerin hatıralarını yaşatmak adına orada sembolik mezar taşları dikmeye çalışan ve yeniden çadır kurmaya kalkışan kişileri oradan uzaklaştırmaya çalışan polisleri görüntülemeye çalışan Klaus Müller isimli bir alman vatandaşı, polislere, ingilizce, almanca ve de türkçe olarak karşı çıkmış; ’Burada 6 kişi öldü!’ diyerek.. Ve arkasından da, ’Türkiye’de demokrasi var mı?’ diye eklemiş..
Benzer bir durum Almanya’da ve alman olmayan, hele de Ortadoğu’lu olan birilerince yapılacak olsa, bırakınız alman polisini, sıradan alman vatandaşları bile, o gibi diklenen kişilere hemen, ’Burası Almanya, sizin ülkeniz değil!..’ diye ters çıkmazlar mı?
Denilebilir ki, ’Bu kadar önemli mi bu gibi küçük küçük konular..’
Ama, unutmayalım ki, ’Taksim Hadiseleri’ de bir kaç ağacın sökülüp başka yerlere dikilmesine itiraz etmek adına, odunlaşmış ruhlara sahib, bir avuç insanın, zâhiren mâsûm görünümlü eylemleriyle başlamıştı.. ’Apolitik (politika dışı kalmış) türk gençliğini sokağa indirerek canlı tutmak..’ hedefi için, cephaneliği tutuşturan bir çakmak ateşi mesâbesinde olmamış mıydı bu durum?
Maddeten zenginleşme, mânevî olarak da gerçekleşmezse..
Emperyalist dünyanın bu ’çok hümanist insanları’ müslüman halkları ve müslümanların ülkelerini çok mu seviyorlar ki, küçük bir mes’eleyi bile büyütüp, habbeden kubbe yapmaya çalışırken, diğere tarafta, -son olarak Mısır’da olduğu üzere- insan hakları açısından işlenen askerî darbe cinayetine göz yumup, gizlice alkışlıyorlar. Onlardan, Suriye’de, Irak’da, Pakistan’da, Afganistan’da ne korkunç cinayetler işlemekte olduklarını görmelerini mi beklemeliyiz? Ki, onlar, 20 yıl öncelerde de Cezayir’de bir laik askerî darbeyi müslümanlara karşı nasıl da tezgâhlamışlardı. Bosna’da da, sırf müslüman oldukları için yüzbinler halinde katledilenler karşısında seyirci kalmamışlar mıydı, yine 18-20 yıl öncelerde..
Mes’ele, şu veya bu kişi veya kadronun iktidarda olması değildir.. Müslüman toplumlarını, müslümanların ülkelerini kim, neye göre yönetecektir? Ve müslümanlar, kendi ülkelerinde kendi doğrularına göre bir hayatı düzenini kurmak gücünü gösteremiyecekler midir? Sadece maddî gelişmişlikle yetinip, manevî sefalet içinde yaşamayı kabullenecek midir müslümanlar?
Tekrar hatırlamalıyız ki, en sefil hayal, başkalarının istediği şekilde yaşanandır!