“En Güzel Örnek: Hz. Muhammed”

Diyarbakır Özgür-Der’den Akan Akamak’ın sunumuyla “En Güzel Örnek: Hz. Muhammed” başlıklı konu Tatvan Özgür-Der’de konuşuldu.

Haksöz Haber

Tatvan Özgür-Der’in cuma seminerlerinin bu haftaki konuğu Diyarbakır Özgür-Der’den Akan Akamak oldu.

“En Güzel Örnek: Hz. Muhammed” konusunun konuşulduğu seminer, Tatvan Özgür-Der’in dernek binasında yapıldı.

Seminer, Enes Ece’nin okuduğu Kur’an-ı Kerim ve mealinin ardından başladı.

Akamak, konuşmasında genel olarak şu hususlara değindi:

Hz. Peygamber’i (S.) bize en iyi şekilde tanıtabilecek olan kaynak, O’nu peygamberlik vazifesiyle görevlendiren ilahi kaynaktır.

Peygamberimizi tanıtan en objektif ve sahih kaynak Kur’an-ı Kerim’dir. Peygamberimizin bize Kur’an’ı öğrettiği gibi, Kur’an da bize Hz. Peygamber’i (S.) öğretmektedir.

A. Beşer-İnsan Olan Peygamber

Kur’an’da ilahi mesajı inkâr ettikleri için kötü akıbetleri bir ibret vesikası olarak sunulan hemen hemen tüm toplumların kendilerine mesaj getiren peygamberlere karşı yönelttikleri ilk itiraz, peygamberlerin de kendileri gibi birer insan olması olmuştur.

İnkârcı toplumu peygamberleri Hz. Nuh’a karşı direnirken, Eyke ahalisi Hz. Şuayb’ı reddederken, Firavun Hz. Musa’yı reddederken, ikisi de helak olan Ad ve Semud kavimleri peygamberlerine yüz çevirirken istedikleri, talep ettikleri şey peygamberin bir melek olmasıydı.

Hz. Peygamber’in ilettiği mesaja direnen müşrikler de bunun istisnası değildir. Onlar “Allah bir insanı mı bize elçi olarak gönderdi?” (İsra, 94) deyince Kur’an-ı Kerim İsra Suresi’nin 95. ayetinde şu cevabı vermiştir: “De ki: Eğer yeryüzünde salına salına dolanan melekler olsaydı o zaman onlara elçi olarak şüphesiz gökten bir melek indirirdik.” Bu cevap aslında inkârcı mantığın tutarsızlığını açık bir şekilde  gözler önüne seren bir cevaptır.

Cevabın konumuz açısından asıl dikkat çekici yanı peygamberin beşer-insan oluşunun vahyin amacının gerçekleşmesinin bir ön şartı olarak takdim edilmesidir. Bunun açılımı şudur: Vahiy, getirilip bırakılan bir posta olsaydı bu dediğimiz mümkündü, hatta bir şekilde bize aracısız bile ulaştırabilirdi. Fakat vahiy onu ulaştıran kimsenin mutlaka yaşaması gereken bir hayat tarzı olduğu için onun ilk muhatabı ile son muhatapları aynı hamurdan olmak zorundadır.

Tüm peygamberler inkârcı toplumların vahyi hayattan dışlamak için bir bahane olarak kullandıkları bu türden tüm taleplerine aynı karşılığı vermişlerdir: “Biz de sizin gibi bir insanız. (Nahnu illa beşerun mislukum.)” (İbrahim, 11)

Onlar bu karşılık ile hem örneklik misyonlarına dikkat çekmiş oluyorlar hem de vahyin kendisine inanan ya da inanacak olan insanların muhtemel putlaştırma teşebbüslerine set çekmiş oluyorlardı.

Bu nebevi uyarıyı hatırlatan bir örneğin Kur’an’da ölümsüzleştirildiğini görüyoruz. Abese Suresi’nin ilk ayetleri Hz. Peygamber’in beşer oluşuna güzel bir örnektir. Birçok kanaldan birden gelen sahih bir rivayete göre Hz. Peygamber Mekke’nin müşrik reisleri ile konuşmaktayken onlardan birinin gönlünü İslam’a ısındırmayı ümit etmekte, bunun Mekke’deki ortamı İslam lehine çevireceğini düşünmekteyken bu sırada İbni Ümmü Mektum diye anılan görme engelli bir şahıs kendisine yaklaşır ve Kur’an’ın kimi ayetlerinin tekrarını ya da açıklanmasını ister, diğerleriyle olan diyaloğunun kesilmesinden rahatsız olan Hz. Peygamber ona surat asar ve oradan uzaklaşır.

Şu uyarı ayetleri işte bu olay üzerine iner: “O, suratını astı ve uzaklaştı, bir kör kendisine geldi diye, nereden bilebilirsin belki de o arınacaktır ya da uyarılacak ve bu uyarı kendisine fayda verecekti ama kendi kendine yettiğini sanana gelince sen bütün ilgiyi ona gösterdin. Hâlbuki onun arınmamasından sen sorumlu değilsin ama sen büyük bir arzuyla geleni ve sakına sakına yaklaşanı görmezden geldin.” (Abese, 1-10)

O muhteşem ahlakı, örnek kişiliği, sağlam karakteri, yüce ruhu merhamet pınarı yüreği, keskin zekası, engin basireti, asil tavırları, yüksek hasletleri ile Allah tarafından peygamber olarak seçilmemiş olması durumunda dahi bir insan olarak yine üstün idi tıpkı şairin dediği gibi:

Muhammed beşerdir fakat sanma ki sıradan beşer gibidir.
Onun değeri, değersiz taşlar içinde yakuta bedeldir.

B. Nebi-Resul Olan Peygamber

Nebi bir yerden bir yere intikal anlamına gelen n-b-e kökünden türetilmiştir. Resul bir kaynağın hedefe yolladığı habercidir.

“Muhammed sizin erkeklerinizden hiçbirinin babası değildir fakat o Allah’ın resulü ve bütün peygamberlerin sonuncusudur Allah ise her şeyi hakkıyla bilendir.” (Ahzab, 40)

Evet, Hz. Peygamber anasından doğduğu gibi çağının bozulmuş kültürlerine bulaşmadan kalabilmiştir. Daha önce dini, felsefi ya da edebi bir ürün ortaya koyduğu görülüp duyulmamış biri olarak Allah’tan aldığını kaynağından aldığı saflıkla ve titizlikle insanlara taşıyan ümmi bir Resul ve nebilerin sonuncusu olan bir peygamberdi. Hiç beklemediği bir görevi omuzlarında hissedince bundan bayağı tedirginlik duymuş fakat ilk inen vahiyler onun aşırı tedirginliğine rağmen inmeye devam etmiş ve peygamberliğinin kendi seçimi değil Allah’ın seçimi olduğuna ikna edilen Hz. Peygamber’in kendisi olmuştur.

C. Hayranlık Uyandıran Bir Ahlak

Hz. Peygamber, davete başlayınca “Neden sen? Neden falanca ya da filanca kişi değil? Senin özelliğin ne ki?” türünden itiraz ve çıkışlara muhatap olmuş olmalı ki ayet-i kerime bu soruyu cevaplamaktadır: “Çünkü sen yüce bir ahlak üzeresin.”

Daha peygamberlik öncesinde onun ahlakının ihtişamı kendisini tanıyan herkeste derin izler bırakmıştır. Hz. Peygamber’in peygamberlik öncesine ilişkin bilgilerimiz ne kadar çok görünse de yine de sınırlıdır ama peygamberlik öncesine ilişkin bize kadar ulaşan en kesin bilgi O’nun çevresinde ahlaki güzelliğiyle seçilmiş şahsiyet olmasıdır. O’na dürüstlüğünden dolayı daha ilk gençlik yıllarında Mekkeliler tarafından dürüst kişi anlamına gelen el-Emin adının verildiği tarihi bir gerçektir. Öyle ki o adıyla değil bu ünvanıyla çağırılır olmuştur. O’nun ahlakına hayran olanlardan biri de ilk eşi olan Hz. Hatice idi.

Hz. Ayşe’nin aktardığına göre Hz. Peygamber’e ilk vahiy geldiğinde Hz. Hatice onu şu şiirsel sözlerle teselli etti:

“Vallahi
Allah seni kesinlikle mahçup etmez.
Çünkü sen sözüne güvenilir bir adamsın.
Akrabalık bağlarını gözetirsin.
Kimsesizleri korursun.
Konuğa ikram edersin
Haklının hakkını almasına yardım edersin.”

İşte, bu gerçeğe işaret eden Hz. Ayşe, Hz. Peygamber’in ahlakı sorulduğunda şöyle cevap veriyordu: “Siz hiç Kur’an okumuyor musunuz? O’nun ahlakı Kur’an idi.”

D. Alemlere Rahmet Olan Peygamber

“Seni Biz, sadece âlemlere rahmet olarak gönderdik. De ki: ‘Bana, sizin ilâhınızın sadece tek bir ilâh olduğu vahyedildi.’ Öyleyse siz müslümanlar mısınız (Allah’a teslim olanlar mısınız)? Bundan sonra dönerlerse, o zaman de ki: ‘Size müsavi olarak (herkese eşit şekilde), (Allah’ın emirlerini) bildirdim (ilân ettim). Vaad olunduğunuz şey (azap) uzak mı, yoksa yakın mı (eğer) ben bilseydim (bilmiyorum).’ Muhakkak ki O, sözün cehrî olanını (açıkça söylenenini) ve ketmettiklerinizi (gizlediklerinizi) bilir.” (Enbiya, 107-110)

Vahiy tüm insanlığa gönderilmiş ilahi bir mesajdır. Hz. Peygamber’in elçiliği de dil, soy, ırk, renk, coğrafya, kültür farklılığı dinlemeden tüm insanları Hz. Peygamber’in alemlere rahmet olması kendi çağında yaşayan ve ondan sonra gelen tüm insanlık ailesini kapsamaktadır. Kendisine vahiy ulaşıp da onun ışığıyla aydınlananlar için bilfiil bir rahmet, kendisine henüz vahiy ulaşmamış olanlar için ise potansiyel bir rahmettir. İşte, şu ayette O’nun hem insanlık için genel hem de inananlar için özel bir rahmet ve şefkat pınarı oluşu birlikte ifade edilmektedir: “Doğrusu, ey insanlık, size kendi cinsinizden bir elçi gelmiştir, sizin kurtuluşu olmayan ebedi bir belaya çarptırılmanız ona çok ağır gelir, o sizin üzerinize titrer, müminlere karşı çok şefkatli, çok merhametlidir.” (Tevbe, 128)

Hz. Peygamber’i (S.) diğer peygamberlerden ayıran fark Kur’an vahyini diğer bütün vahiylerden ayıran farktır. O da bütün insanlığı muhatap alan bir mesajla geldiği için bütün alemlere rahmet olma farkıdır. Nasıl ki Kur’an kendisinden önceki ilahi mesajların özünü içerisinde toplayan ve onlara hakem olan bir zirve ise Hz. Peygamber de kendisinden önceki nebiler zincirinin taç halkası ve zirvesidir, onu tebliğ ettiği mesajla birlikte düşündüğünüzde bu sonuç hisse dayalı bir sonuç değil, nassa dayalı bir sonuçtur.

O bir şefkat ve rahmet pınarıydı. Bilinen ömrü onun alemlere rahmet olma niteliğini kişiliğinde içselleştirdiğinin sayısız örnekleriyle doludur. Müşrikler tarafından hayatına kastedildiği bir sırada sahabiler tarafından O’na “Ey Allah’ın resulü, müşriklere beddua etseniz ya.” denilmişti de cevabı alemlere nasıl rahmet olunacağını öğretir cinsten olmuştu: “Unutmayın ki ben lanetçi olarak değil, rahmet olarak gönderildim.”

E. Güzel Bir Örnek Olarak Peygamber

“Gerçek şu ki, Allah’ı ve ahiret gününü (korku ve umutla bekleyen) ve O’nu her daim anan kimseler için Allah’ın elçisi güzel bir örnek teşkil eder.” (Ahzab, 21)

Kur’an yalnızca Hz. Peygamber’i örnek göstermekle kalmıyor, onun yanında Hz. İbrahim’i de aynı ifadelerde örnek gösteriyordu: “Doğrusu, İbrahim de ve ona uyanlar da sizin için güzel bir örneklik vardır.” Hz. İbrahim’i Hz Peygamber’e, ona uyanları da Hz. Peygamber’in ümmetine örnek gösteren Kur’an bu ayetlerle Hz. Peygamber’in çok temel bir misyonuna atıfta bulunuyordu. O misyon, vahyin inşa etmek istediği model olma misyonuydu. Kur’an Hz. Peygamber’e (S.) model şahsiyet olma misyonunu vahyin inişine şahit olan ilk müminlere de model toplum olma misyonunu yüklüyordu: “İşte, böylece Biz sizin dengeli bir ümmet olmanızı istedik ki insanlara örnek ve model olasınız ve Resul de size örnek ve model olsun.” (Bakara, 143)

Hz. Peygamber’in örnekliğinin onu taklit etmekten, hatta O’na benzemekten daha öte bir şey olduğunu şu söz kadar güzel ifade eden başka bir söz bulunamaz: “Biz O’na benzemekle değil, O’nu örnek edinmekle emrolunduk.”

Hz. Peygamber, her insan gibi coğrafya, iklim, çevre ve ortama uymuş. Yediklerini, içtiklerini, giydiklerini, kullandığı eşyaları, bütün bu çevresel şartlar belirlemiştir. O’nun beşeri faaliyetlerini örneklik misyonuna dahil etmek bir Eskimodan onun gibi giyinmesini istemekle aynı şeydir.

Çağdaş İslam alimlerinden Yusuf el-Karadavi’ye göre bugün sünnet zannedilen birçok şey Arap adetidir. Ona göre yerde oturup yemek, yemeği el ile yemek, cübbe, sarık giymek ve benzeri adet ve gelenek sünnet değildir. Muhammed Ebu Zehra’ya göre sakal bırakmak da bu kabildendir.

Seminer, soru ve cevap faslının ardından sona erdi.

Etkinlik-Eylem Haberleri

Bursa’da Suriye devrimi ve Gazze konuşuldu
"Sürünün İçinde Dijital Dünyaya Bakışlar"
Başakşehir’den Gazze direnişine bin selam!
Adana Özgür-Der’de “Emperyalizm ve Siyonizm İlişkisi” konferansı düzenlendi
Özgür-Der Gençliği “İslami Perspektiften Psikoloji” kitabını değerlendirdi