Türkiye'de en fazla Kur'an kursu, en çok imam-hatip okulu ve lisesi, Süleyman Demirel'in iktidarları döneminde açıldı.
En fazla dindarlaşma da, merhum Turgut Özal'ın başbakanlığı ve cumhurbaşkanlığı dönemlerinde gerçekleşti. MEB'da din eğitimi dairesi, ilk defa bu yıllarda MSP yanlısı bürokratların kontrolüne geçti. 1995 veya 96 yılında ziyaretime gelen bir öğrencim, "Hocam, ikindi sırası Kadıköy İmam-Hatip Lisesi öğrencileri dağılınca bütün Bağdat Caddesi örtülü imam-hatipli kızlarla doluyor; bir kesim, buna nasıl tahammül ediyor?" demişti. 1980'lerde ve 1990'larda İslâmcı ve İslâm hassasiyetli aydınlar, sol, Kemalist ve lâikçi aydınlar karşısında ezici bir üstünlük kurmuştu ve bu ikinci kesim, TV tartışmalarından kaçar hale gelmişti. İslâm hassasiyetli kesimin baştan beri sağ iktidarlara karşı çıkması, onları muhalif konumda ve teyakkuzda tutuyordu ve dünyevîleşme, başkalaşma, bu kesimin içine henüz fazla yol bulamamıştı. Aile yapısı çok daha sağlamdı ve "ma'ruf"a dayalı gelenekler, hâkimiyetini büyük ölçüde koruyordu. Başka "millet"lere ait âdet ve uygulamaların hiçbirine itibar edilmiyordu. Hayat, daha sade ve gösterişsizdi. Millî Eğitim, "millîlik" vasfına daha büyük ölçüde sahipti; eğitim-öğretimin gerektirdiği disiplin, kısmen de olsa korunuyordu. Yapılan bir kamuoyu yoklamasında ülkede şeriat isteyenlerin oranı %19 olarak çıkmıştı. Televizyon yayınları, daha mazbuttu; Din'in en süflî ahlâksızlık olarak kabul ettiği zina, eşcinsellik ve benzeri yöneliş ve davranışlar, "bireysel hak ve özgürlükler" zırhını giymemişti. İslâm hassasiyetli camianın kadınlarında tesettür, gerçekten tesettür denebilecek tarzdaydı. Bu kesimin medyası, örtülü olmayan kadın resmi bile yayınlamaktan, sporu bile malâyani bularak ona fazla yer vermekten kaçınır; reklâmlarda çok daha hassas ve seçici davranır, magazine ise hiç itibar etmezdi.
28 Şubat, İslâm hassasiyetli kesimlerin üzerine geldi ve önemli ölçüde başarılı oldu. Ve özellikle AK Parti iktidarı, bu kesim için bir bakıma turnusol kâğıdı olma fonksiyonu gördü; "Allah, içinizdeki temizleri ve kirlileri, samimî ve gayr-ı samimileri, sâdık olanlarla olmayanları ayırmadan sizi içinde bulunduğunuz halde bırakacak değildir." İlâhî fermanı, kendisini tam gösterdi. Artık ülkemizde her yıl birkaç yüz bin evlilik dışı çocuğun dünyaya geldiği, günde ortalama 350 boşanma yaşandığı, boşananların sayısının evlenenleri neredeyse geçtiği, sigara bir yana, alkollü içki ve uyuşturucu kullanma yaşının 10'a kadar düştüğü günlük yayınlar ve raporlar arasında. Bir yandan "bireysel hak ve özgürlükler" zırhında herkese -mümkünmüş gibi- başkalarına zarar vermeden istediğini yapabilme "hak ve özgürlüğü" tanınırken, bir ülkeyi, bir toplumu ayakta tutucu asıl değerler dışlanıp, "çoğulculuk" adı altında ayrıştırıcı unsurlar ön plana çıkarken, diğer yandan sık sık AK Parti iktidarında dindarlaşmanın arttığı ve iktidarın da buna çanak tuttuğu iddiaları ortaya atılıyor; dindarlaşma "bireysel hak ve özgürlükler" içine bile giremediği gibi, bir tehlike olarak sunuluyor. Her türlü gayr-ı İslâmî hayat tarzı koruma zırhına alınırken, ferdî olarak bile Müslümanca yaşama, bir tehdit olarak takdim ediliyor. 7-8 yıl içinde ülkede Şeriat isteyenlerin oranının % 19'dan % 9'a düşmesi de lâikçilik savaşçılarını kesmiyor ve iktidar da, bir zamanların İslâm hassasiyetli kesimleri de, asıl karşı olunanın İslâm'ın tamamı olduğunu bir türlü göremeyerek, sürekli savunmada kalıyor. Pek çoğu arzu edilen neticeyi alma adına yapılan kamuoyu yoklamalarında insanlar, çok defa doğruyu söylemiyor. Meselâ, ülkede cuma namazı bile kılanların oranını görmek için, bir cuma namazı vaktinde hem de Üsküdar ve Ümraniye gibi muhafazakâr semtlerde camidekilerle dışarıdakileri sayıvermek, gerçeği görmeye yetecektir.
Hem AK Parti iktidarı, hem de ülkemiz için en büyük tuzak, tehdit ve tehlike, ülkemizde dindarlaşmanın arttığı yalanı ve buna iktidarın da, İslâm hassasiyetli kesimlerin de kanmasıdır.
ZAMAN