HAŞİM AY / HAKSÖZ-HABER
Hükümet sözcülerinin Suriye meselesini değerlendirme biçimleri bazen insanı gerçekten de sinir ediyor. Biri kalkıp mevcut durumu izah ederken hâlâ da Suriye halkının düşmanlarının ürettiği “vekâlet savaşı” terkibini rahatlıkla kurabiliyor iken yekdiğeri uluslararası diplomasi zeminlerinde öyle sözler sarf ediyor ki konuşanın bir Rus veya İranlı mı yoksa AK Parti hükümeti temsilcisi mi olduğunu karıştırabiliyorsunuz.
Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’nun Lozan’da sarf ettiği cümleler de bu cinsten.
3 kere yapılmış ve her defasında sonuçsuz kalmış Cenevre fiyaskosu ortadayken uluslararası diplomasinin Suriye krizini çözmeye ne tür bir katkı sağladığı, sağlayacağı bir kenara ama bu diplomasiyi zorlayan taraf olarak Türkiye hükümetinin geldiği nokta doğrusu içler acısı bir bocalamaya tekabül ediyor. 2012’den beri diplomasideki temel vurgusu olan “uçuşa yasak” veya “güvenli bölge” talebinin karşılanmasında ciddi bir mesafe alamayan Türkiye’nin, şimdi de “Esed’siz çözüm” yaklaşımını epey bir esneterek rejimle siyasi müzakerelerin teşvikçisi bir misyon ile öne çıkması çok garip.
Hele ki Mevlüt Çavuşoğlu’nun Halep’teki insanlık krizinin çözümü sadedinde krizin baş sorumlularını adeta paranteze alarak Nusra’yı öne çıkarması hiç anlaşılır değil.
Çavuşoğlu’nun konuyla ilgili medyaya yansıyan sözleri aynen şöyle:
“Halep'ten El Nusra teröristlerinin bir an önce temizlenmesi gerekiyor. Bu bölgede özellikle, muhalefetin de El Nusra'dan ayrılması gerekiyor.”
Son süreçte Suriye direnişinin maslahatı için adını değiştirdiğini ve el-Kaide ile her tür örgütsel bağını kopardığını tüm dünyanın bildiği Nusra ne yapsa etse ne hikmettir ki Çavuşoğlu’na yine de yaranamıyor! Türkiye uzun süre direndikten sonra kabule icbar olduğu “Terörün Finansmanını Önleme Yasası” kapsamında Nusra’yı da “terör örgütleri listesi”ne almak durumunda kalmıştı. Bu, kağıt üzerinde alınmaya mecbur kalınmış bir karar olarak görülmüş veya görülmek istenmişti. Ve adı geçen yapının şuana kadar Suriye dışında ne Türkiye ne de başka bir ülkede herhangi bir askeri eylem içinde olduğu görülmemiştir. Zaten gerek komuta kademesi gerekse de mensuplarının kahir ekseriyetinin Suriyelilerden oluştuğunu en azından Çavuşoğlu’nun ayrılmaya çağırdığı muhalifler biliyorlar. Ama tüm bunlara rağmen anlaşılan önceleri icbar olunan bir karar şimdilerde fena halde kanıksanıp içselleştirilmiş ve Nusra Türkiye hükümetinin en azından bir kısım hükümet yetkilisi nezdinde açık bir düşman şeklinde telakki edilmeye başlanmıştır.
İnsan sormadan edemiyor:
Size mi kaldı Nusra’yla kafayı bozmak? Suriye’de muhaliflerin tüm sorunlarını çözdünüz de sıra Nusra konusuna mı geldi? Ülkedeki İran destekli yabancı şebbiha sayısının resmi ordudaki kişi sayısını geçtiği bir zeminde “yabancı savaşçılık” olgusunu Nusra üzerinden işletmeye kalkışmak büyük bir tutarsızlık örneği değil midir? Varını yoğunu geride bırakarak Allah için Suriyeli kardeşlerine destek olmak üzere sahaya koşan insanları bir tehdit unsuru olarak göstermek ve muhalifler arasına fitne sokmak size yakışıyor mu? Hele de en büyük terörist Esed’le siyasi müzakereyi tek çıkış yolu olarak gösterirken katillere, despotlara karşı Suriye halkına destek olan ve aslında çoğunluğunu Suriyelilerin oluşturduğu Nusra’yı terörize etmek Allah’tan reva mıdır? Ülkeyi yaklaşık altı yıldır sakinlerinin başına yıkan, Halep’te masum kadın ve çocukların başına bombalar yağdıran ve krizin çözülmesi önünde ayak direten kim? Katil Esed’in suç ortağı İran ve Rusya mı, hedef tahtasına oturttuğunuz Nusra mı? Nusra’nın Halep’i terk etmesi çağrısını eğer yüreğiniz varsa katil İran ve Rusya’ya yöneltmeniz gerekmez mi?