En az darbe girişimi kadar büyük bir tehdit: Irkçılık

Yabancı düşmanlığı yapanların ülkemize sığınan mültecilerin yanı sıra Türkiye’nin imajı açısından nasıl bir tehdit oluşturduğunu yazar Peren Birsaygılı Mut kaleme aldı.

Peren Birsaygılı Mut / Fokus Plus

En az 15 Temmuz kadar büyük bir tehdit: Irkçılık

Mufida isminde, Suriyeli bir komşumuz var. Allah tekrarını göstermesin, 15 Temmuz 2016 akşamı darbe girişimini öğrendikleri andan itibaren, onlar da fırlamışlar evlerinden dışarı. Ve 16 yaşındaki oğluyla birlikte yürüye yürüye köprüye gitmeye çalışmışlar o gece. Oğlu İbrahim’in elinde Türk bayrağıyla sokaklarda yürürken çektiği fotoğraflarını göndermişti sonra bana. Bir de videosu vardı, “Türkiye Türkiye” diye bağırdığı. İbrahim 16 yaşında ancak 10-11 yaşlarında bir çocuk zekasına sahip. Öğrenme güçlüğü var yani. “Kalbi yerinden çıkacak gibi atıyordu” demişti Mufida oğlunun o geceki halini tarif ederken. Kötü bir şeyler olduğunu hissetmişti ve karşı koymak için yapabildiği tek şey, sokaklarda avazı çıktığı kadar “Türkiye” diye bağırmaktı. Türkiye kaybederse, sadece bizleri değil İbrahim’i de çok karanlık bir gelecek bekliyordu çünkü. Hepimiz gibi o da biliyordu bunu.

Şükürler olsun ki kaybetmedik. Ve o kavganın galibi olmamızın en büyük sebebi mazlumun duasını almış olmamızdı. Filistinli bir yazar arkadaşım, 15 Temmuz’dan sonra ağlayarak beni aramış ve şunları söylemişti: “Sizi kurtaran mazlumun duası oldu. Biliyor musun, burada küçücük çocuklar bile ellerini semaya açmış sizin için dua ediyordu. Yaşlı amcalar ve teyzeler namaz dualarında sizi zikrediyordu. Kalabalık iftar sofralarında sizin isminiz geçiyordu. Ve Türkiye bu dualar sayesinde kurtuldu. Sizi uçurumun kenarından mazlumun duası çekti aldı, sevgili dostum."

Başını okşadığımız bir yetim, gözyaşlarına ortak olduğumuz dul bir kadın, halini hatrını sorduğumuz zor durumdaki bir genç hepimizin hayatını kurtarmıştı o gece. O gece bizi kurtaran, sadece halkımızın kahramanca direnişi değil, İslam dünyasının her yerinden aldığımız sayısız duaydı. Filistin’de, Suriye’de, Somali’de, Etiyopya’da, Sudan’da edilen dualar sayesinde çekip kurtarmıştık vatanımızı şeytanların elinden. Mazlumun ahını almadığımız, yetimin kalbini kırmadığımız, zor durumdaki insanlara bir tekme de biz vurmadığımız için vatanımızın ellerimizin arasından kayıp gitmesine engel olabilmiştik.  Mazluma uzattığımız o el, günü gelmiş bizi uçurumun kenarından çekip almıştı. Romantik sözler falan değil Kur'an-ı Kerim okuyan hiçbir Müslümanın inkar edemeyeceği apaçık bir hakikatti bu.

Türk milliyetçiliğinin kriminalize edilmesi

Ancak İslam dini, FETÖ tarafından kitleleri manipüle etmek için nasıl kullanıldıysa, bugün Türk milliyetçiliği de aynı şekilde bazı odaklar tarafından kriminalize edilmek isteniyor. Tıpkı 6-7 Eylül olaylarına sebep olan türden bir gerilim ve korku atmosferi hakim kılınmak isteniyor. Ve en az 15 Temmuz kadar büyük bir uçurumun kıyısına itilmeye çalışılıyoruz tekrar.  Milliyetçilik maskesiyle yabancı düşmanlığı yapan ve özellikle sosyal medyada etkin olan bazı siyasi figürler ve kesimler, göçmenler hakkında neredeyse her gün yeni bir yalan haber daha ortaya atıyor. “Gerçek daha ayakkabısını giymeden, yalan dünyayı üç kere dolaşır gelirmiş” diye bir söz var. Haberin gerçeği yansıtmadığına dair yapılan resmi açıklanmalar da pek önemsenmiyor ne yazık ki. Ve bu yabancı düşmanlığının, özellikle de Suriyelilere yönelik ırkçı saldırıların, bir takım karanlık odaklar tarafından yönetildiğine hiç şüphe yok.

Türkiye; TİKA, Maarif Vakfı ve Yunus Emre Enstitüsü gibi kurumlar eliyle yaptığı onca kıymetli faaliyetin yanı sıra zor durumdaki insanlara yardım elini uzatarak bütün dünya devletleri içerisinde, çok ayrıcalıklı bir yere sahip oldu ve devlet yönetmenin birtakım soğuk siyasetlerden ibaret olmadığını gösterdi dünyaya. Devletlerin de bir kalbi ve ruhu olabileceğini gösterdi. Batılı devletlerin, insana değer vermeyen sömürgeci siyasetlerinin aksine, insana verdiği değerin altını çizdi.

O nedenle bugün yaşananların sadece ülkemize sığınan mazlumlara değil, Türkiye’nin imajına yönelik de büyük bir tehdit olduğunu unutmamak gerekiyor. Her türlü toplumsal ve ekonomik sıkıntıyı, göçmenlerin üzerine yıkan paranoyaya ve artık örgütlü bir hal aldığı açık olan bu saldırılara derhal müdahale edilmezse, sadece Suriyeli kardeşlerimizin zarar görmesi değil ülkemizin sahip olduğu bütün iyi imajın da yerle bir olması an meselesidir.

“Unutmayalım ki, Arap düşmanlığı propagandasının temelinde İslâm düşmanlığı vardır; İslam dünyasının yan yana yaşayan iki büyük kitlesini birbirine düşman etmek, böylece her birini tek tek Batılılara esir etmek gayreti vardır” der Erol Güngör Türk Kültürü ve Milliyetçilik isimli eserinde.  Her milliyetçilik önce kendini sevmekle başlar ancak demagogların ve kendi ülkesinde beşinci kol faaliyeti yürütenlerin eline düştüğü vakit, kendinden başka herkese nefret duyan ve herkesi tehdit olarak algılayan hastalıklı bir hal yaymaya başlar. Adına ister İslam düşmanlığı diyelim ister kriminalize edilmiş milliyetçilik, istersek de başka bir şey, Osmanlı’yı yıkan şeyin de tam olarak bu olduğunu ve bugün en az 15 Temmuz kadar büyük bir tehdit altında olduğumuzu asla akıldan çıkarmamak gerekiyor.  

Yorum Analiz Haberleri

“Devrimci zihniyet ahlâkını kaybederse her şeyini kaybeder”
Esed sonrası Suriye: Katar-Türkiye Doğal Gaz Hattı artık hayal değil
Esed'in müftüsü Ahmed Hassûn şimdi ne yapıyor?
“Suriyeli mülteci” etiketi ve toplumsal imtihanımız
Suriyeli kadın devlet dairesinde gördüğü saygıdan dolayı gözyaşlarını tutamadı