Emrivakiyle darbe

Ali Bulaç

Savcının hazırladığı iddianameye göre "Ergenekoncular, Bartholomeos, Mutafyan ve İshak Alaton'la ilgili saldırı planları yapmış. Başka isimler de var." İddialar doğruysa, hedef "iç savaş" çıkarmak. Örgütün sivil yöneticisi olarak suçlanan İlhan Selçuk'un planı "askeri gelmeye mecbur bırakmak." Örgüt her halükarda mevcut hükümeti devirmeyi düşünüyormuş. Bunun normal, yani "demokratik yollar"la olmayacağı kanaati hakim olduğundan Rektör Kemal Alemdaroğlu, "Bu iş demokrasi ile olmaz" diyor.

Seçim ve demokrasi olmayınca, haliyle geriye İttihatçı babalardan kalma usuller kalıyor, bunun da malum en etkili yöntemi "darbe".

Altını çizmemiz gereken ikinci önemli nokta, MİT'in "Ergenekon" adlı bir yapılanmanın varlığını teyit etmiş olması, ancak Genelkurmay Başkanlığı gibi MİT de, bu örgüt veya yapılanma ile bir ilgi ve ilişkilerinin olmadığını belirtiyor. Bu, Ergenekon'un TSK içinde örgütlenmediği, uzantıları bulunmadığı anlamına gelir mi? Şu veya bu, anlaşılan kurum olarak TSK bu işin dışındadır, başka bir ifadeyle Ergenekon, TSK dışında bir "iş yapma"ya kalkışmıştır. Dolayısıyla "21. yüzyıldaki Ergenekon'dan çıkış"ın bir "darbe teşebbüsü" olduğunu söylemek abartı olmaz. Beklenen ek iddianamenin bununla ilişkili olması da pekala mümkündür.

Bu iki noktayı bir araya getirdiğimizde şöyle bir tablo ortaya çıkıyor: Ortada TSK'nın kurumsal kimliği dışında bir yapılanma söz konusu, yapılanmanın amacı kargaşa çıkarmak, kaos yaratmak ve bu kaos ortamında TSK'yı bir darbe yapmaya mecbur bırakmak. Buna darbe için fiili ortam oluşturmak diyebiliriz.

Strateji darbe yapmak. Taktikler basit bir mantıkla hazırlanmış: İlhan Selçuk'un dediği gibi, emrivakiyle askerleri darbe yapmaya zorlayacaksın. Önce sen dışarıdan gerekli teşebbüsleri yap, asker nasılsa arkandan gelir; ama öyle ses getirici, dehşet yaratıcı provokasyonlar yap ki, öylesine sarsıcı suikast ve cinayetler işle ki, istekli olmasa da asker müdahale etmek zorunda kalsın. Çünkü iç güvenlik fiilen ortadan kalkıp da hükümet kendi imkânlarıyla güvenliği sağlama gücünü kaybettiğinde askerler müdahale edecek.

Bu seferki darbe teşebbüsünü, 28 Şubat'ın tadı damağında kalanların planlayıp yürütmeye çalıştığını söylemek çok yanlış olmaz. İçlerinde siviller olduğu kadar emekli askerler var; muvazzaflar olması da muhal değildir. Şu var ki, odak ordunun içinde değil, neredeyse tamamen dışında. 28 Şubat süreci başladığında, aylar öncesinden İP'in İstanbul sokaklarında astırdığı afişlerde "Devrim kanunları uygulansın" çağrısı yapılıyordu. O gün planlanan postmodern darbe teşebbüsünde askeriyenin üst kademesinden önemli muvazzaflar bu işe istekliydi, planlamayı kendileri yapıyorlardı ve dışarıdan sivillerle iş yapıyorlardı.

Bugün ise TSK'nın üst komuta kademesi doğrudan veya postmodern darbeye taraftar değil. Bunun çeşitli sebepleri üzerinde durulabilir: 1) Uluslararası konjonktür, sözgelimi ABD ve özellikle AB bu işe sıcak bakmıyor; bu demektir ki, 28 Şubat ABD'nin bilgisi ve AB'nin onayı içinde yapılmıştır ve bunda zerre miktarı şüphe yoktur. 2) Diğer müdahalelerde olduğu gibi 28 Şubat'tan da askerler prestij kaybına uğrayarak çıktı, üstelik yer gök irtica nidalarıyla inlerken, işini bilenler bütçeyi 70 milyar dolar hortumladı. 3) Modernizm gibi postmodernizm de aşılmakta, yerini "ultramodern yöntemler"e bırakmaktadır. İdari ve politik sistemin hangi düzeylerde ultramodern bir sürece girdiğini doğru okuyabilmek için okuma biçimimizi değiştirmek zorundayız. Yeni yöntemlerin etkisi söylemde değil, belli pratiklerde gizlidir.

Kısaca, geç kalmış 28 Şubat'çılar, "durumdan vazife çıkarıp" bir müdahale teşebbüsünde bulundular. Stratejileri, ordunun üst komuta kademesini emrivakilerle işin içine dahil etmek, fiili darbe ortamı yaratarak askerleri yeni bir müdahaleye zorlamaktı. Gösterilerde bunu dile getirdiler, "ordu göreve" pankartları asıp yürüdüler. Bunu kimse istemedi, darbeciler ortada kaldı. Darbelerin kanunudur: Başaranlar kahraman olur, başaramayanlar bedel öder.

Zaman gazetesi