Panelin moderatörlüğünü yapan Veysi Selimoğlu ‘’Bizi vahyi yaşamaya iten,hayatın tümüyle yaşadığımız sorumluluğu, yaptığımız iyilikleri oluşturan kulluk bilincidir, farz bir emir olan ve Kur’an’da ayetlerde geçen emri bi'l-ma'rûf nehyi ani'l-münker yaşadığımız toplumda nasıl algılanıyor, iman amel bütünlüğü içinde bunun hayatta pratik yansıması nasıldır, bu ve bunun gibi soruların cevabını tartışacağız’’ diyerek ilk sözü konuşmacılardan Rıdvan Kaya’ya bıraktı.
Rıdvan Kaya modern hayat tarzının bizi kuşatarak bireyci, egoist eğilimleri beslediğini belirterek sözlerine şöyle başladı:
Uyarının, nasihatın, emri bi'l-ma'rûfun çok hoş karşılanmadığı, kimsenin bu anlamda hatırlatma, kendisini uyarma hakkı da hiç tanımadığı, böyle bir durum da ilişkilerin hemen kesildiği, donduğu bir ortam mevcut.
Sürekli yaygınlaşarak giden bu ifsada karşı ne yapılmalı, nasıl bir duruş sergilenmeli, nasıl mücadele edilebilir gibi bir dert hissedilmediğini görüyoruz. Geçen tartışılan ve gündemde olan bir başörtüsüzlük meselesi, başörtüsünü çıkartma furyası gibi önümüze sunuldu. Sonuçta bu tür küçük, her toplumda ortaya çıkabilecek bir takım marjinal unsurlar söz konusudur. Bunun propaganda edilme durumuna baktığımız zaman ister istemez zihinlerde bir etki uyandırdı ve buna karşı bir duyarlılık, bir tepki de oluşmadı. Mesela imam hatip liseleri çoğaldı ama buralarda namaz kılma oranı çok düşük gibi bir yakınma hali hakim ama bununla alakalı ne yapılabilir, bunun üstesinden nasıl gelinir gibi, kendi çevremizde buna karşı tavrımız ne olmalıdır. Buna yönelik çözümler üretmek lazım. Bununla birlikte geri dönecek olursak uyarının, nasihatın, emri bi'l-ma'rûfun çok hoş karşılanmadığı,kimsenin bu anlamda hatırlatma, kendisini uyarma hakkı da hiç tanımadığı, böyle bir durum da ilişkilerin hemen kesildiği, donduğu bir ortam mevcut, seküler, laik bir toplum anlayışı toplumun tamamında yaygın olduğu gibi, giderek bizlerin üzerinde de etkisini göstermeye başlıyor.
İfsada karşı çıkmamak, birbirlerini kötülükten vazgeçirmemeye çalışmamak bizatihi Rabbu’l Alemin tarafından helaka giden yolun zeminidir.
Müslümanlar olarak kendimiz de itiraz etme cesareti ya da bir duruş sergileme tavrı içerisinde olmayabiliyoruz. Bunun çarpıcı bir tenakuz olduğunun altını çizelim. İfsada karşı çıkılması, elimizden geldiğince tepki verilmesi gereken bir olay ama giderek yaşadığımız ortamın etkisiyle ifsada karşı bir tepkisizlik hali yaygınlaşıyor. Oysa Rabbimiz sürekli olarak uyarın, hatırlatın, engelleyin buyuruyor. Maide suresinin 79. ayetinde; Beni israil kavmiyle, önceki kavimlerle alakalı onların helakını getiren sebeplerden biri olarak Rabbim şunu vurguluyor: Onlar işledikleri kötülükten birbirlerini vazgeçirmeye çalışmazlardı. Andolsun yapmakta oldukları ne kötüydü. Birbirlerini kötülükten vazgeçirmemeye çalışmamanın bizatihi Rabbi’l Alemin tarafından helaka giden yolun zemini olarak tanımlandığını görüyoruz.
Yine hepimizin bildiği meşhur, Rasullullah'ın buyurduğu, müslümanlar için bir şiar olan; kim bir kötülük görürse onu eliyle düzeltsin, eğer gücü yetmiyorsa diliyle karşı çıksın, buna da güç yetiremiyorsa düzeltme cihetine gitsin, buğzetsin ama bunun da imanın en zayıf göstergesi olduğu vurgusu var. Günlük hayatımızda daha az sorumluluk olarak üstlendiğimiz bir vazife olarak bunu hatırlamak durumundayız. Bir başka ayet olarak,sorumluluğu hatırlatma mahiyetinde, Enfal suresinin 25. ayetinde; ''Bir de öyle bir fitneden sakının ki o, içinizden sadece zulmedenlere erişmekle kalmaz.'' Eğer bir yerde fitne, ifsat, zulüm yaygınlaşırsa sadece onu yapanları değil herkesi kuşatır.
Hz. Ömer'in dediği gibi bir yanlış yaptığımızda bizi uyarın. Uyarmazsanız siz de hayır yoktur, uyardığınız halde biz kendimizi düzeltmezsek biz de hayır yoktur.
Üslubumuz ise her zaman daha kuşatıcı, daha samimi olmalıdır. Üslupla alakalı aksaklıklar, sorunlar her zaman olabilir, bunları düzeltmek için çaba sarfetmek lazım gelir. Yanlışsa bir olayın mahiyeti bunu görmezden gelmek doğru bir tutum olmaz. Bu noktada daha net tutum takınmak durumundayız. Çok net bir hatırlatma olarak Maide Suresi’nde geçen ‘Bir kavme karşı duyduğunuz kin sizi adaletsizliğe sevketmesin’ diyor Rabbimiz. Bu buyruklar bizden öncekilere olduğu gibi bize ve bizden sonrakilere de olan buyruktur. Eğer bu uyarıları paranteze almaya kalkarsak ayetleri anlamsızlaştırmış oluruz. Örnek olarak: Mısırlı genç kardeşimizin olayı acı verici bir olay. Bu olay ilk gündeme geldiğinde bazıları dedi ki hayır siz yalan söylüyorsunuz, bu insan kendisi gitti, bir başka güruh dedi ki bu kişi teslim edildiyse zaten teröristtir, teslim edilmesi gerekir. Böyle olay devam etti geldi ta ki fotoğraf ortaya çıktı elleri arkadan kelepçelenmiş bir şekilde. İnkar edilemeyecek bir şekil alınca inkar-savunmaz mekanizmaları çöktü. Her durum da bunun gereği yapılmalıdır. Hz. Ömer'in de dediği gibi bir yanlış yaptığımızda bizi uyarın. Uyarmazsanız siz de hayır yoktur, uyardığınız halde biz kendimizi düzeltmezsek biz de hayır yoktur. Tevbe Suresi 67. ayette: ’Münafık erkekler ve münafık kadınlar birbirlerindendir. Münkeri tavsiye ederler, maruftan da nehyederler. ’Tevbe 71. de ise: ’Mümin erkekler ve mümin kadınlar birbirlerinin dostlarıdır. Marufu emrederler, münkeri de nehyederler. ’Bu çabalar bizi Ali İmran Suresi’nin 110. ayetindeki ‘Siz, insanlar için çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz. İyiliği emreder, kötülükten men eder ve Allah’a iman edersiniz.’ Vasfıyla, vaadiyle bizi buluşturur. İnşallah Rabbim bizi bu anlamda her daim marufa uyan ve münkeri nehyeden kullarından kılsın.Bizi topluluk olarakta bu çabalarda buluştursun.
Kuran’da Allah’ın, Müslümanlara insanlara ulaşırken hikmet ile mev’izetul hasene ile,güzel bir mücadele ile mükellef tuttuğunu belirten Selahaddin Eş Çakirgil emri bi'l-ma'rûf nehyi ani'l-münkerin en temelde müslümanım diyen herkesin sorumluluğu olduğunu belirtti.
Kimin bu emirleri Müslümanlar üzerinde belirleyeceğini Müslüman dünyaya sormalıyız.
Biz bugün İslam dünyasında Malezya, Pakistan, Mısır, son zamanlarda Tunus gibi siyasi, ibadi, itikadi konularda rahatça ve hikmetle konuşabilen başka yerlerin olduğuna şahit olamıyoruz.
Burada karşımıza emri bi'l-ma'rûf nehyi ani'l-münkeri kim yerine getirecek gibi bir soru karşımıza çıkıyor. Bazı Müslüman topluluklar namazı başı açık kılmamak,yemeği el ile yemek gibi davranışları emri bi'l-ma'rûf çerçevesinde peygamberin bir sünneti olarak görüyor, bunu benimseyerek başka şekillerde yapılan davranışları sünnete, dine aykırı olarak görüyor. Her bir kimse kendisini öteki beriki kaynağa dayandırarak bu neticelere varıyor. Kim yetkili olacak, kim neticeyi belirtecek, hükmün gereğini yerine getirecek gibi soruları kendimizi Müslüman dünyaya sormak mecburiyetindeyiz. Yoksa DEAŞ gibi grupların ne kadar İslami ölçülere uyduğu büyük tartışmalar oluşturacak kuralları emri bi'l-ma'rûf nehyi ani'l-münker çerçevesindeki yanlışlarına bir çözüm üretemeyiz.
Adaletle hükmetme ölçülerimiz nasıl olmalı?
Başka dine mensub olanlara baktığımızda mesela Protestanların Evangelistler tarafından ne karar verirse, Yahudilerin hahambaşı ne karar verirse, Budistler için dalaylama ne karar verirse uygulandığını ve artık bunun tartışılıp budaklanmadığını görüyoruz. Fakat Müslümanlar için böyle bir lider kararı söz konusu değildir. Müslümanlar tarafından bizim İslami bir yaklaşım sergilemediğini düşündüğümüz insanlara karşı ve ya onların bizi tasdiklemediği durumlarda adaletle hükmetme yolundaki ölçülerimiz nasıl olmalı, bunu araştırmamız tartışmamız gerekiyor. Burada surede geçen hikmet, mev’izetul hasene gibi ölçüler eşliğinde kolayca yerine getirebileceğimizi aklımızdan çıkarmamamız gerekiyor.
Panel soru cevap ve değerlendirme bölümü ile sona erdi.