Musa Üzer bölgedeki son gelişmelere değindikten sonra konuşmasını şöyle sürdürdü:
“Müslümanlar tarihsel süreçte kendi tanımlarını üretme becerisine, donanıma sahiptiler geçmişte. Fıkıh usulü, tefsir usulü, akaid usulü, hadis usulü gibi birçok branşta kendi bilgi tabanında usul geliştirmiş ve tanımlar üretmiş. Ümmetin en büyük sıkıntısı (birçok sebepten dolayı) siyaset fıkhı üretmemiş olmasıdır.
Her gelişen olayda ümmet kendi bilgi dünyasında yeni kazanımlar sağlamakta bu geleceğe bırakılacak güzel bir miras da olacak.
Emperyalizm dediğimizde tanımlarda bir karmaşanın olduğunu görüyoruz. İslam bilgi sisteminden elde ettiğimiz perspektifle bir tanım getirecek olursak. -Ki özellikle Suriye cihadında çok belirginleşen bir tanım da oldu bizim için. “Bir halkın, devletin siyasi, askeri, ekonomik güç ve otoritesi ile başka bir halka, devlete ait olan zenginlikleri, o halkın rızası olmadan almak/çalmak veya kullanmak istemesi, iradesi üzerinde baskı kurmasıdır.
Seküler ideolojiler emperyalizm tanımını sadece Amerika cüssesinde belirginleştirir. Yani bir sosyaliste göre Rusya emperyal bir devlet değildir. Ya da bir ulusalcıya göre Çin emperyalist bir devlet değildir. Ya da bir Şii’ye göre İran emperyalist değildir. Emperyalizmi temsil eden cüsse sadece Batının sivrilen ülkesi Amerika’dır. Oysa bu tanımlar eksik, yanıltıcı ve yanlıştır, vicdandan uzaktır.
Marksist teoriye göre, biz müminler sabah akşam emperyalistlere karşı savaşsa dahi antiemperyalist sayılmıyoruz. Onlar hiçbir şey yapmıyorken antiemperyalist oluyor, biz tarihsel ve sınıfsal ideolojik pozisyonumuzdan dolayı emperyalizmin işbirlikçileri oluyoruz. Bu bağlamda biz Müslümanlar emperyalizme karşı en büyük direnişi gösterip en büyük bedel ödememize rağmen hiç bir seküler gurubun gözünde antiemperyalist değiliz. Sosyalistler veya ulusalcılar emperyalizme karşı oturup konuşmaktan başka hiç bir icraat yapmazlar. Emperyalist devletlerin karşısında mücadele eden canını, malını, refahını, ailesini ve sahip olduğu her şeyi feda eden Müslümanlar için emperyalistlerin maşası olma suçlaması yaparlar. Hatta birçok yerde solcular ve ulusalcılar teorilerindeki vicdansızlıktan dolayı Rusya, Çin gibi emperyal ve zalim güçlerin yaptıklarını onaylarlar, mazlum halkların mücadelesini ise sistemli propaganda çabalarıyla karalarlar.
Emperyalizme bir mermi atmamış bu sahtekârlar, solcular ve ulusalcılar fabrika gibi Müslümanlarla ilgili yalanlar, komplo teorileri yayarlar. Hükümetin zavallı medya mensupları gibi unsurlar da bu argümanları doğru imiş gibi kullanırlar. Bu yalan fabrikası üretimlerine göre; Taliban’ı, Amerika örgütledi, Hamas’ı el-fetihin gücünü zayıflatmak için İsrail örgütledi. Şeyh Said kıyamını İngilizler örgütledi. Erbakan hareketini İngilizler ortaya çıkardı, Hizbuttahrir’in arkasında İngiltere var. AK Parti ve Erdoğan BOP Projesi, el-Kaide ve Ladin Amerika projesi, İhvan-ı Müslimin aynı şekilde Amerikan projesi vs vs.. Tüm emperyal devletlere karşı sahip olduğu her şeyle yıllarca mücadele eden Müslümanları maşa olmakla suçlarlar. Bu saçma sapan ve en ufak bir gerçeklik payı olmayan zırvalıklara da dindar çevreler de inanan olabilir. Herkes kendisi dışındaki iddialara hak verebiliyor. Toplamda bakıldığında ise hedefleneni göremiyorlar ne yazık ki.
Suriye cihadı bizim için tutarlılık ve ahlaki duruş açısından önemli bir kırılmadır. Yıllarca ödenen bedellere rağmen müdafaa edilen İran’ın cinayetlerini gördüğümüzde açık bir şekilde tavır aldık. Bu bizim imtihanımızdı verdik. Süreçte yalpalayanları asla unutmayacağız. Rus, Çin emperyalizmini görmezlikten gelen sosyalistler gibi davranmadık. Biz siyasi bilincimizi güncelledik, bakış açımızı vahyin eksenine koyduk. Bu bizim için büyük bir kazanımdır.
Siyaset fıkhımızı belirlerken kişiler üzerinden değil ilkeler üzerinden olması gerektiğini vurguladık. Bu bağlamda tüm siyasal gelişmelerde İktidarı desteklediğimiz şeyler olurken, eleştirdiğimiz şeyler de oldu. Rusya’ya yakınlaşırken Putin güzellemeleri yapılması, Trump seçildiğinde pembe tablolar çizilmesi ve bu furyaya kapılıp gidilmesi bilinç dünyalarında vahyi merkeze almamış kişilerin tutumuydu. Amerika nasıl katilse, Rusya da katildir, İran da, Çin de... İktidar sıkışmışlığı sebebiyle farklı siyasal ilişkiler içine girebilir. Bu iktidarın çıkış yolu arama stratejisi de olabilir. Ama biz müminler devlet gibi düşünme, devlet gibi tepki verme zorunluluğunda değiliz. Biz hakkı haykıracağız ki arızi sebeplerle kurulan ilişkiler, mutlak dostluk gibi kabul görmesin. Arıza giderildiğinde yürüyüş gerçek rayına tekrar dönebilsin.
Seküler ideolojiler kendi tanımlarıyla bir siyasi teori üretmiş, Bir şablon oluşturmuş. Bunu yanlış, yanılgı ve zaaflarıyla insan olarak üretmiş. Rabbimizin ayetlerine baktığımızda bize hayatı hangi ölçüler ekseninde tanımlamamız gerektiğinin kriterlerini veriyor. Sosyolojimizi, ekonomimizi, ahlakımızı, ibadetlerimizi, aile yaşamımızı, hukukumuzu her şeyin ölçüsünü Allah veriyor. Bu ölçülerle baktığımızda siyasal teorimizi oluştururuz. Coğrafyalarımıza ve insanların ortaya koyduğu değer ve mücadelelere hakkaniyetle tanım getirebiliriz.
Kendi siyasal teorilerimizi geliştirir, vahyi bir siyasi tepki oluştururuz. Mesela “Ulusal çıkarlarımız” söylemi bizim inanç sistemimizde yeri olmayan bir söylemdir. Devletlerin sınırları bizim için belirleyici değildir. Bugün Suriye, Filistin için nasıl haykırıyorsak nasıl mücadele ediyorsak yarın belki dünyanın bir başka yerinde emperyalizme karşı farklı insan gurupları için aynı gür sesi çıkartacağız. İnsanların hak ve hukuklarını koruyacağız. Yeryüzünün halefi olan insan yeryüzündeki insan, hayvan, bitki her şeyden sorumludur. Her şey için Allah’a karşı sorumluyuz.
Arz Allah’ındır! Arza koyabileceğimiz tek sınır “insan hak ve özgürlüklerinin ihlal edilmeyeceği, korunmak için içine giren herkesin emin olabileceği harem sınırlarıdır.”